22 Ağustos 2009 Cumartesi

xibalba, elchattabib , var aslında yok, bi uyuzun uyuz oldukları, Ben Kimim Guncesi

Sevgili UFUK ÇİZGİSİ beni ödüllendirmiş. Bloğumu severek okuması beni gerçekten mutlu etti. Sevgili BELGİN de yaratıcı blog olarak ödüllendirmiş. Ona da burdan sevgilerimi iletiyorum.

İzlediklerim listesinde herne kadar çok sayıda blog olsa da aslında bazılarının yeri başka. Diğerleri asla gücenmesin. Onlara karşı hissettiğim, engellenmez bir ruh yakınlığı. İşte ruhsal blog arkadaşlarım:

xibalba
elchattabib
var aslında yok
bi uyuzun uyuz oldukları
Ben Kimim Guncesi

Sizleri severek okuduğumu ve yeni bir yazı yazmanızı dört gözle beklediğimi belirtmeliyim. Ama çok üşeniyorum hepinize tek tek haber vermeyeceğim.
Gelelim kendimle ilgili 7 garip şeye:
1-38 yaşındayım
2-Doçentlik sınavına hazırlanıyorum
3-veeee bir bebek bekliyorum (süprizzzzzz).
Daha garip bir durum düşünemiyorum.
Herkese sevgiler.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

YÜREĞİM; ACIM VE BEN

Yüreğim acıdı. Öyle çok acıdı ki, elimi göğüs kafesime sokup, onu ordan sökmek, atmak istedim. Ama elim varmadı. Çaresiz kaldım. Kalbimi bi yere, acımı biyere, kendimi bi yere koydum. Oturduk sohbet ettik. Geçmişi yad ettik, gelecekten ümitlendik. Bir baktım dost olmuşuz. Hala acıyormuydu yüreğin diye soracak olursanız, elbette acıyordu. Ama dost olmuştuk bi kere, onu dışlayamazdım. Onu söküp atmak yerine, kollarıma aldım, bildiğim ninnileri söyledim ona, ümit dolu masallar anlattım. Dinledi beni. Dinledikçe bağırtıları hafifledi, göz yaşları dindi. O da beni sevdi galiba. O da bana bildiği masalları anlattı. Şimdi kardeş kardeş yaşıyoruz beraber. Arada bir yine mızırdanıyor. Gülüp geçiyorum. Biliyorum artık dostuz. Küçük bir ninni, güzel bir masal halleder işi. Zaten seninkinin tek derdi ninni ve masal dinlemekmiş sadece.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

HÜKÜMSÜZDÜR VE BİLFİİL BENİMDİR.

Ay Dedeyi kaybettim, hükümsüzdür (sahiplenmeye kalkmayın). Tamamen Guguk'a aittir. Kendileri kenarından hafifcene ısırılmış, kars kaşar peyniri gibidir. Görenlerin insanlık namına, ikna edip bana göndermeleri rica olunur. Yav az önce şurdaydı. Nereye gittin? ben kaffemi alıpta gelene kadar. Offf off şimdiki aydedeler de bir alem canım...........

13 Ağustos 2009 Perşembe

ÇANTADAKİ HAYATLAR

Çocukuğumda ailem beni psikiyatriste götürmüştü. Hacettepede Bahar isimli bir doktorum vardı. Benim için orada önemli olan tek bir şey vardı: o kocaman çantanın içinden çıkacak oyun dünyası. Doktorum her gittiğimde o çantayı çıkarır, büyülü kapağını açardı. Bendeki heyecanı size anlatamam. Aman Tanrım, içinde bür sürü oyuncak figür. Atlar, evler, ağaçlar, bardaklar.............tam anlamıyla, sanki dünyayı sıcak suda yıkamışsınız küçülmüş, o çantanın içine girmiş. Yaşlı teyzeler, küçük çocuklar, postacılar.......herşeyin olduğu bir dünya, OYUNCAK DÜNYASI..................Ben onlarla bir senaryo kurar ve canlandırırdım doktorum de beni izlerdi. Kısacası inanılmaz bir zevkti o seanslar benim için. Taaaki doktorum: gayet normal ve ruhsal olarak sağlıklı gelmesine gerek yok diyene kadar:(
Nereden geldik bu konuya? OYUNCAK DÜNYASI, OYUNDAN HAYATLAR: kurgusu tamamen sizin elinizde, istemediğinizi içine almadığınız, istediğinizi aldığınız, hep sizin istediğini şeylerin geliştiği, asla kötülerin yenmediği, kazaların olmadığı, sevdiklerimizin ölmediği bir yaşam biçimi, yani ÜTOPİK YAŞAM...
Kulağa çok hoş gelmekle beraber, hiç bir zaman tasvip etmediğim bir yaşam biçimi. Ütopik yaşam biçimi beklentisi ile çoğu insanın kendini mahvettiğine şahit olmuşumdur. Bana göre hayat, mal, meslek, evlatlarımız hepsi bahanedir. Aslolan çabadır, hep çaba, hep yolda olmak.......Tüm gerçekliği ile tüm acıları ile, gerçek mutlulukları ile. Düşünüyorum, acaba mutluluklarım ne kadar gerçek? peki ya acılarım? duyduğum iltifatlar? beni en iyi tanımlayan hangisi acaba? eleştirilere dayanabiliyor muyum? Yoksa oyuncak çantası modunda bir yaşam mı sürdüm bu güne kadar? Tanrım eğer öyleyse, kendimi kandırmayı başarmışsam, işte o zaman hayat sevincimi veren mücevherimi ilk kez kaybedebilirim: ümidimi. Çünkü zorlukları, neşesi, acısı ile hep gerçek bir hayat yaşadığımı düşündüm. Yüreğim acıdığında, çok acıdı. Elimi sokup onu ordan sökmek istedim. Mutlu olduğumda, gerçekten kanatlarım vardı. Yüreğim uçtu güzel diyarlara bedenim burdaymış gibi görünse de, bazı zamanlar çok zordu, ders çalışmalıydım, uykusuz okula gitmeliydim ertesi gün, soğuktu, bileklerim şişti ama sorarsan, değidi mi? sonuna kadar değdi. Eğer bu gün mevcut imkanlarım beni bu kadar mutlu ediyorsa nedeni şiien bileklerimdir. O soğuğu hiç birşeye değişmem.
Gün oldu ağır eleştiriler duydum, kırıldım, kimi haklı kimi haksız. Yolumda devam ederken haklı olanlarla haksız olanları ayırmayı öğrendim. Kırılmamayı, onlara gözümü kapamamayı öğrendim. Öğrendikçe daha hızlı yürüdüğümü farkettim. Hepsine müteşekkirim.
Bakıyorum etrafıma, eleştirileri tamamen hayaının dışına itmiş, onlara gözünü kapamış, yürümeye çalışanlar var. Sadece kendini onaylayan veya onlylıyormuş gibi görünen kendi gibi çantadaki hayatı paylaşanlara kapısını açan. Mutlulukları ve acıları sahte, küçük figürler. Bir gün çanta kapanacak. Geriye gerçek olan hiç bir şey kalmayacak. belki de bunu hiç farketmeden başka diyara gidecekler. ne acı bir son tanrım. Ben acılara razıyım, biliyorum ki beni daha güçlü kıldılar. Zorluklar benim kamçım ve öğretmenim oldu. Mutluluklarım hep gerçekti. Çünkü arkasında fedakarlık ve emek en önemlisi Rabbimin izni vardı. Annesiz büyüdüm, babam psikiyatrik rahatsızlıkla boğuşuyordu. ama bu hayata yeniden gelsem onları, özellikle de acılarımı geri vermem. Bugün bensem, onların katkısı büyük. Sahte iltifatlara karnım tok. Eleştirilere açık yürüyorum. elbette kırılacağım o ilk an. Ama ondan bir ders çıkaracağım. Sizler beni bana gösteren aynalarsınız. Sonunda hepimiz birleşeceğiz ve ayna da kalmayacak arada. gerçek olanı göreceğiz. Çantadan bir hayat istemiyorum Tanrım. Biliyorum ruhum geldiği yere geri döndüğünde, bedenimi bir çantaya koyacaklar. Ama biliyorum ki, yaşadıklarımın hiç biri bir çantaya sığmayacak kadar gerçek. Evrene saçıldılar onlar. Günü geldiğinde toplanacaklar. Acısıyla tatlısıyla gerçek hayatımı seviyorum, yalan mutluluklarla hiç işim olmadı. Sana geri döndüğümde, emanetimi teslim ederken içinde yalan olmasın Tanrım ne olur.

11 Ağustos 2009 Salı

VAZGEÇMEMEK

Karar vermek, yeniden.
Bin kere verip, bin kere bozmuşluğa rağmen.
Hatayı görebilmek.
Kime göre hata?
Gerçek Bene göre.
Vicdana göre öze göre.
Bile bile aynı çukura düşmek.
Yine çamurlara bulanmak.
Ama bu sefer:
Hata bende deyip çıkmak.
Bir daha düşmeyi istememek.
Aynı hatayı yapan benden bıkmak.
Korkunç bir mide bulantısı.
Kusmak istemek,
İçim dışıma çıkana dek.
Belki içim dışımdan daha iyidir diyerek.
Önce Bendeki benleri görmek.
Onların varlığını kabullenmek.
Onlarla özdeşleşmemek.
Kontrolü Bende tutmak.
İstemek...
Yürekten istemek.
Vazgeçmemek.
Düşsem de
Vazgeçmemek.............

9 Ağustos 2009 Pazar

KABUS GİBİ

Heryerdeler. Karınca sürüsü gibi. Nereye dönsem ordalar. Kaçtığımda daha çok karşıma çıkıyorlar. Varlıklarımızın eşzamanlılığını kabullenmek istesem de, içimdeki diğeri onları istemiyor. Ne yani, onları eğitmeli miyim? Hıh, ömrüm yetmez. Onlara bakıp: şükürler olsun Tanrım iyiki beni böyle yaratmadın mı demeliyim? Yargılamamalıyım, yargılamamalıyım, kızmamalıyım, kabullenmeliyim.....falan, filan diye sayfalarca yazsam geçer miki? İçimdeki, sus sen artık. Nedir bu çilem. İçerde sen, dışarda onlar, arada ben.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

VARLIĞIMIZIN EŞ ZAMANLILIĞI

Sevgili "yanlış insanlara" hayatımıza olan katkılarından dolayı gönül dolusu teşekkürlerimizi bildirdikten sonra bir önceki yazıma sevgili Sufimin de katkısıyla anladım ki onların evrendeki görevi oldukça zor.
Bu dünya denilen karmaşaya, belki de kendi arzularımıza göre farklı görevler yüklenerek gönderildik. Anlıyorum ki, onlara düşen yük oldukça ağır. Ve bizler onları tablonun dışına çıkaramayız.
Bir tablo düşünelim. Güzel bir klübe, etrafı ağaçlarla çevrili, küçücük ama çiçek dolu bir bahçesi var. Hemen yanından pırıl pırıl bir dere akıyor. Güneş sarı-kırmızı parlarken mavi gökyüzünde, kuzular otlamakta. Bir de köşede, yerde, öylesine uzanan bir dal parçası var. Klübenin pencerelerinde çiçekli perdeler var. Kimimiz tabloyu çok beğeniriz, kimimizin pek hoşuna gitmez. Keşke klübe değilde iki katlı bir ev olsaydı, bahçenin etrafındaki ağaçlar olmasaydı, hava güneşli değil de bulutlu olsaydı.........herkes kendi farklı arzularını dile getirebilir. Ama o resimden o yerde uzanan dalı bile çıkarırsanız "o resim" artık "o resim" olmaktan çıkar. Çünkü tablo herşeyi ile bir bütündür.
Neyazıkki biz insanlar, tabloları kendimize göre şekillendirmek isteriz. Ama gerçek hayatta bu değişikliği tablodan sadece klübeyi çıkarmak, perdelerin rengini değiştirmekle yaptığımız gibi yapamayız. Tablo statik bir durumken, hayat dinamik bir süreçtir. Birşeyin varlığı bir diğerinin varlığı ile eş zamanlıdır. Ben ben olduğum için, o odur. Eğer yarın ben başka bir bakış açısına ve düşünce mekanizmasına sahip olursam o başka bir o olacaktır ya da belki artık yaşam alanıma dahil olmayacaktır.
Kendimizi, diğerlerinden ve aslında genel olarak evrenden yani bütünden ayrı görme eğilimimiz bu ikilik karmaşasını yaşamamıza ve acı çekmememize neden olur. Oysa ikilik yoktur. Teklik vardır. Kendimizi ayırarak sürekli çelişki içinde yaşamaya mahkum olur, sonra da bunun nedenini başkalarında ararız.
Eğer elimizde patlıcan, biber, domates ve sarımsak varsa musakka yaparız. Pasta yapmayı hayal etmeyiz. Pasta istiyorsak yeni malzemelere ihtiyacımız vardır. Şu ana kadarki hayatımızı, elimizdekileri, elde edemediklerimizi mevcut düşünce mekanizmamızla oluşturduk. Aynı mekanizmayı kullanarak farklı sonuçlar elde etmeyi beklemek hayalden ibarettir. Elimizdeki malzemeler bunlarken başka sonuçlar beklemek de. Malzemeleri değiştirmek de bizim elimizdedir ama çaba gerektirir.
Hayat tablosuna bakarken tablonun bileşenlerini ayrı ayrı değerlendirmek yerine, bir arada değerlendirip, varlıklarındaki eş zamanlılığı bir anlarsak........evren belki o zaman cennet olur. Ne dersiniz?

1 Ağustos 2009 Cumartesi

HAYATIMIZA YÖN VEREN YANLIŞ İNSANLAR

doğru yerde, doğru insanlarla bulunmak önemlidir. eğer yanlış insanlarla hele bir de yanlış yerlerde iletişim kurmaya çalışırsanız hayatınız kabusa döner. kendinize olan güven ve saygınızı gün be gün sömürür bu yanlış insanlar. hep suçlu koltuğunda kalırsınız, yargılanır, mahkum edilirsiniz. en acısı bir süre sonra bu yanlış insanların hükümlerine siz de inanır, kendi kendinizi mahkum etmeye başlarsınız.
hayal edin: herkesin 5 gözlü, 2 burunlu ve bir ayaklı olduğu bir evrene düşüyorsunuz. Sizi gördükleri anda söyleyecekleri ilk şey sizin ne kadar çirkin olduğunuzdur. orda kalmaya devam ederseniz, bir süre sonra aynada ne kadar çirkin olduğunuzu izler ve belki bir gün sizin de 5 gözlü ve 2 burunlu olabileceğiniz hayalini kurarken bulursunuz kendinizi. bunun ötesinde, diğerlerine kendinizi sevdirme çabasından ruhunuz çürür. bu mümkün değildir çünkü.
oysa onların tek görevi olabilir sizin hayatınız içinde. size ne istemediğinizi göstererk ne istediğinizi buldurmak. yani onlar yolunuzun üzerindeki yol işaretlerinizdir.
bu nedenle takılmayın onlara. bazıları ile dost olunmaz, bazıları ile arkadaş olunmaz, bazıları ile iş arkadaşı olunmaz ve bazıları ile hiç bişey olunmaz. bazılarını bahçe kapınıza bile yaklaştırmazsınız, bazıları verandanıza kadar girebilir, bazıları salonunuzda uzanabilir. sınırlarımızı bilmeliyiz.
merak etmeyin o yanlış insanlar bize sınırlarımızı öğretecektir. teşekkürler size yanlış insanlar. hayattımıza yön kattığınız için.