28 Aralık 2011 Çarşamba

GÜNÜN ÖDÜLÜ

Bugün tüm gün klinik nöbetçisiyim. Şu an itibarı ile yarım günümü tamamladım. Şu ana kadar klinikten lavabo ihtiyacım dahil hiç bir nedenle çıkmadım ve bu yarım gün itibarı ile bir hastadan duyduğum söz şudur: OKUYAN CAHİLDİR, ALLAH BELANIZI VERSİN!
O an hiç birşey söylemeye gerek duymadım ama evrene gönderdiğim cevap şudur: ALLAH AKIL FİKİR VERSİN!

27 Aralık 2011 Salı

ÖYLESİNE


İki ayrı yaşamım var, ya da en az iki mi desem? En azından kabaca klasifiye edeceksem rüya hayatım ve gerçek (olduğunu sandığım) olarak ikiye ayırabilirim yaşantımı. Niye böyle başladım yazıya bilmem ama canım istedi işte. Şuan bunları yazabildiğime göre bu boyutta yaşamaya devam ediyorum (sanırım) hala. Birşey oluyor, birileri birşeyler yapıyor ve hatta ben birşeyler yapıyorum, söylüyorum. Bütün bunları hızlı çekimde izlediğimi hayal ediyorum ve çok komik geliyor. pıtı pıtı pıtı, tıkı, tıkı, tıkı, pırrr, çırrr, tik, tak tok gibi bişey canlanıyor gözlerimin önünde, anlamsız, komik el hareketleri, kafa sallamaları, ağzını açmış tüküre tüküre bağıran adam, hiç susmayan habire çemkiren ve ardından hep iiiiiii diye ağlayan kadın, saçları süpürge şeklinde.....Artık daha az salınıyorum salınım noktaları arası mesafem giderek azalıyor. Sanki artık sadece bir an titreşiyorum, hani atom çekirdeğinin etrafında, orbitlerde ikamet eden elektronlar gibi. Bazen çok büyük etkileşimler olur ve o elektronu orbitinden koparır ama etkileşim küçükse elektron enerji salmaz, kaybolmaz, sıçramaz sadece olduğu yerde şöyle bir titrer..hani bir söz var ya: titre ve kendine gel! Bak bu benzetmeyi sevdim, kendine gelmek için titremek, bir parmak seni dürter hani: şşşt lan kendine gel gibi mesela. Bir söz daha vardır hani fazla alçakgönüllü olma, gerçek sanırlar diye. Sanırım ben fazla alçakgönüllü oldum. Haaa bu da erdemden değil, kendimi kandıramayan ben sizi de kandırmaya çalışacak değilim. Aslolan şu ki: toplumun dayatması vardır: yavrum alçakgönüllü ol......ben o erdemi yapıştırmışım kendime erdem sırtıma yük olmuş, yüzüme maske olmuş. Dur bi atayım şu yükü sırtımdan, sıyırayım yüzüme yapışan maskeyi. Görelim seyreyelim bakalım, neler olacak....

26 Aralık 2011 Pazartesi

KENDİME DÜNYA ÇİZMEK


Bugün canım sıkkın. Niye mi? Hiç sormayın. Zaten biliyorum ki geçecek. Öyleyse ne anlatarak kendi can sıkıntımı depreştireyim ne de sizi yorayım.
Dün bu müziği dinlerken pastel boyaları düşündüm, çocuk olmayı düşündüm. Gerçi büyükler bile sever patsel boyaların renk renk, kutuda duruşlarını. Hele daha yeni alınmışlarsa, pırıl pırıl, kırılmamış, eskimemiş, kaybolmamış. Turkuaz mavisi, lacivert, parlak sarı, saman sarısı, çimen yeşili, fıstık yeşili....Kutuyu açınca önce dakikalarca bakmak onlara, dokunmak, itina ile kutusundan çıkarmak, kağıda dokundurmaya niyetlenmek ama kıyamamak. O ucundaki sivriliği bozmak istememek, etrafındaki kağıdı hırpalamaktan çekinmek.
Hayaller kurmak bu pastellerle yapacağın resimlerin hayallerini kurmak. Ortasından masmavi bir nehir akan, yemyeşil ağaçlarla çevrili bir köy çizmek, bir kuzu çizmek mesela pamuk pamuk. Elma şekeri çizmek, biri sarı diğeri pembe iki balon çizip, ipin ucuna tutunup balonlarla uçup gitmek. Çeşit çeşit hediye kutuları çizmek, içlerindekini hayal ederek. Yaramaz kediler çizmek sonra onlarla beraber uyuduğunu, oynadığını hayal etmek. Sadece bakarak uzaklara gitmek, okyanusları çizmek, okyanustaki balinanın sırtına binip gitmek. Kocamannn dağlar çizmek, dağları aşıp, kaf dağına ulaşmak, kaf dağını da aşıp şatoyu çizmek, şatodaki kızı çizmek, onunla beraber kitap okumak....
Tüm bunları düşünürken çizmekten vazgeçmek. Düşlediğim kadar güzel olmazsa korkusu ile çizmemek ve bundan hiç pişman olmamak. Pastel boyalara bakmak, renklerine bakmak.
Eğri büğrü de olsa, perspektif kurallarına uymasa da düşündüğün herşeyi, istediğin renklerde çizebilmek, kendi hayatını boyayabilmek. Sonra pastelleri özenle kutusundaki yerine koyabilmek. Mesela sıçana benzeyen mavi bir köpek çizmek ve onu çoook sevmek.

24 Aralık 2011 Cumartesi

SONUNDA

Heyyoooo, işte budur, budur işte, oldu işte,,,,,,,
KAR YAĞIYORRRRRRRRRRR

Sabah üstüne bastığımda ayağımın altında gıcırdayacağını umduğum bir kar yoktu:( Ama ben umutvar biriyim, lanetlenene kadar umut ederim:d ve bekliyorum hava ayaz, biliyorum.......lapa lapa yağacak. sabah kalktığımda ayağımı bastığımda hiç basılmamış kara, ayağım içine gömülecek, yürürken gırç gırç ses çıkacak:d

22 Aralık 2011 Perşembe

ONLAR BİZİM İMTİHANLARIMIZ

Kliniğe ne zaman engelli biri gelse (daha doğrusu getirilse), ben onu muayene etsem, etmeye çalışsam, tıkanıyorum. Evet, doğru kelime bu "tıkanıyorum". Hayatını o engelle sürdüren, sürdürmeye çalışan kişinin ve ailesinin tüm hayatını değiştirmek istiyorum. Elimde sihirli br değnek olsa ve ben bir dokunuşla herşeyi düzeltebilsem diyorum ama ne mümkün.......En çok aile yakınları etkiliyor beni. Durumu kabullenmişlikleri, kendilerinden tamamen vazgeçmiş olmaları o anda durmama neden oluyor. Heleki söz konusu çocuklarıysa. Onun için çabalamaları, ona sarılmaları, ilgilenmeleri, ona bakışları.....O anda ben duruyorum, evren duruyor, yüreğime bir acı oturuyor.....Burnumun taa kökü acıyor, nasıl bir bağ varsa bu burun kökü ile yürek arasında. Karşılarında eziliyor, bükülüyorum. Çünkü elimden gelenler öylesine yetersiz ki.........Ellerini tutuyorum konuşurken ailenin, hani belki şefkatli bir dokunuş iyi gelir.....Allah yardımcınız olsun diye dua ediyorum. Öyle yürekten amin diyorlar ki. Nasıl utanıyorum bir bilseniz her seferinde onların yaşama sevincini, azmini, sabrını görünce, yerin dibine giriyorum. Gözyaşlarıma sıkı sıkı engel oluyorum, böyle birşeye hakkım yok, onlar ağlamazken. Ama onlar çıktığı anda tutamıyorum, sel olup akıp gidiyor yaşlar beni dinlemeksizin, ulu orta, herkesin içinde. işte orda tıkanıyorum. Birgün 20 li yaşlarda zeka engelli bir genç kızı getirmişti abisi, diş ağrısı olduğu için, annesinin bel fıtğı olunca, o üstlenmiş bu işi. Annesi ama kızın mensturasyon döneminde olduğunu, abisinin idare edemeyeceğini söylemiş. Abi ise: ne demek o benim kardeşim, ben gerekirse pedini de değiştiririm, sen rahat ol demiş ve nitekim onunla beraber kadınlar tuvaletine girip bunu yapmış. Bunları duyduğum anda her yerim dondu, ellerim, kollarım, kafam kıpırdayamıyordum sanki kaslarım kasktı oldu,  çünkü kıpırdarsam ağlayacaktım yine...tek kelime etmem mümkün değildi çünkü ağzımdan çıkan ilk ses hıçkırık olacaktı. Sonrası zaten allah kerim, bağıra bağıra ağlayacaktım, dağlar yıkılacaktı sanki sesimden, sustum, kıpırdamadım, bomba yüreğmde patladı, tüm organlarım ve ruhum paramparça oldu, evrene yayıldı.
Onlar melek, onlara hakkıyla bakanlar da. Nerde görüreniz, nerde karşınıza çıkarlarsa elinizden geleni yapın. hatta zorlayın kendinizi, onların hayatlarını biraz olsun kolaylaştırın. Onlar bize Rabbimizin emaneti.
ONLAR BİZİM İMTİHANLARIMIZ.

21 Aralık 2011 Çarşamba

PUTUMAYO

NADASA BIRAK, ÇAPALA, HAVALANDIR, SOLUCANLARI SEPETLE, TOHUMLARI EK VE BEKLE



Güne bu müzikle başlamak ne güzel. Yıllar önce tanıştığınız, aslında birkaç adım ötede olduğu halde yıllardır hiç biraraya gelmediğiniz bir dostla yıllar sonra bir sebeple yeniden biraraya gelip, inanılmaz paylaşımlar yaşamanız ne güzel. Haklısınız Hocam, kimbilir bu yıllar içinde tarlalarımız ne kadar değişti değil mi?

19 Aralık 2011 Pazartesi

İSTEYENİN BİR YÜZÜ KARA zaten ben iki yüzlü değilim

2012 geliyor. 12 tane dilek hakkı vermiş benim lamba kedişim bana. Ohooo yeter de artar bile. Her maddeye 3-5 istek sıkıştırdımmı tamamdır. Başlayalım o zaman:
1-Ya bütün insanlar benim istediğim kıvama gelsin ya da benim onları nazik, demokrat, anlayışlı, samimi, temiz, dürüst vs vs vs görmemi sağlayacak bir kafa yapısı versin bana Tanrı.En yakın kasaba gidip sinirleri alınmış pastırma gibi olmak, ne olrsa olsun gevşek gevşek sırıtıp olsunnnnn diyebilmek istiyorum.
2-Şöyle ön cephe manzarası denize sıfır, arkadan orman manzaralı müstakil, tek katlı bir ev istiyorum, eve karamel rengi bir kedi istiyorum, eşimin buna sesini çıkarmamasını istiyorum. Bir de canın (bizim köpüş) onu yememesini tabiii. Dur yaa akıllım zengin olmak istiyorum. Niye olmasın. Şöyle aylık otuz-kırk bin liralık gelir bana yeter. Hayalimdeki kitap kafeyi açmak istiyorum.
3-Canım Nehirİda kilo almak istiyormuş duydum en yakın zamanda 10 kilomu ona hediye etmek istiyorum. Öyle beğenmedim diye iade etmek falan yok ama.
4-Gizli zaman hırsızlığı yapmak istiyorum. İstediğim an kendime zaman yapabilmek istiyorum. Şöyle parmağımla bir şık yapınca sadece benim görebildiğim bir kapının açışıp içine girmek, orada çaldığım zaman süresince kafama göre takılmak istiyorum. Bu arada benim kopyam ortalıkta dolanıp işleri yapacak tabii.
5-Doçent olmak istiyorum. Çok mu önemli. Benim için, hiiiç. Ama olduk bi kere akademisyen. Olup kurtulmak lazım. Niye olmak istiyorum biliyor musunuz: doçent olup kurtulunca asıl istediğim şeyleri gönül rahatlığı ile yapabileceğim için. Gerisi laf. Mesela müzikli bir masal kitabı yazabilirim.
6- Bana hıyarlık yapan , aşağılık, yalancı, ikiyüzlülülerin ikiyüzlülüklerini gösteren kocamannn bir ekran istiyorum. Tık basacağım ve benim arkamdan çevirdiklerini birlikte izleyeceğiz. Bir de kendini inanılmaz hanfendi, beyefendi, hijyenik, kibar gösterenlerin ev hallerini izleyebiliriz. Yok be sadece benim arkadam çevirdikleri değil asıl birbirlerinin ardından çevirdiklerini topluca izleyelim dev ekranda. He he bi günlüğüne canımın istediği her lafı, küfürü, el hareketlerini özgürce yapabilmek istiyorum.
7-Tabiki sağlık istiyorum tüm sevdiklerimle beraber.
8-İnanılmaz müzikler, kitaplar ve bloglarla tanışmaya devam etmek istiyorum.
9- Daha çok gezebilmek ve yeni yerler görmek istiyorum.
10- Kıyıdan denizi izlerken dalgaların sesi ile sarhoş olmak, ormanda yürürken çamların kokusu ile büyülenmek, yağmur altında gezerken ilk yağmur damlasına kahkahalar atabilmek, kitapta okuduğum bir cümle ile büyülenmek....ve bütün bu hayranlıkları yüreğimde duyup hüngür hüngür ağlayabilmek istiyorum.
11- Tıpkı çocukluğumda evimizin karşısındaki parktaki ağacın altındaki o çiçeklerin sadece benim için çıktığı hissini,çocukluğumda tek başıma oynadığım oyunlardaki zevki, küçük kadınları çokomel yiyerek okurken aldığım hazzımı bi zahmet geri istiyorum.
12-Bir kaç dakikalığına bile olsa da tanıma fırsatı bulamadığım annemle tanışmak ve kızlarımı ona göstermek istiyorum. Canım pamuğum babaannemle kucaklaşmak, dedemin ellerini öpmek, babamdan af dileyip, boynuna sarılmak istiyorum. Öbür taraf lütfen bu vizeyi versin onlara.
Ve hepiniz herkesler mutlu olsun isityorum hatta ikiyüzlü, samimiyetsizler bile, belki mutlu olurlarsa başkaları ile uğraşmazlar di mi?
Hişşşşt kedişşş, bi de yeni yılda seni muccck diye öpmek istiyorum.
İsteyen herkesi mimliiiyorummmm, mimledimmm, mimliycemmmmm, hoooop mimlendiniz bile.
Hadi bakalım şimdilik aşağıdaki kafe ile idare edelim bakalım.


17 Aralık 2011 Cumartesi

LÜTFEN İZLEYİN LÜTFEN

Cumartesi akşamları saat 23.00 da TRT çocukta TRT Okul programında yer alan "SIRADIŞI ANATOMİ" yi Lütfen çocuklarınızla beraber izleyin. İzledikten sonra, hayatınıza, etrafınıza, insanlara kısaca evrene yeniden bir bakın bakalım. LÜTFEN!

16 Aralık 2011 Cuma

ÖYLEYSE BÖYLEDİR, BÖYLEYSE ŞÖYLE, ŞÖYLEYSE O ÇOCUK BANA AŞIK!

Biz insanlar çok hayalciyiz. Nasıl mı? Mesela: boynuna atkısını fular gibi bağlayan, ekose pantolon giyen erkeklerin entellektüel olduğunu hayal ederiz, bu erkeklerin hergün zevkle kitap okuduğunu, hergün zevkle kitap okuyan erkeklerin çok kibar ve anlayışlı, demokrat olduğunu hayal ederiz, bütün bu hayaller kesmez bizi o erkeklerin bize çok uygun olduğu yargısına varırız, her sabah otobüs durağında karşılaştığımız bu tanımlamalara uyan oğlanın bize aşık olduğuna inanırız, bu inanışı temel alarak sabah kıyafetimizi belirler, bizi şişman göstermesine rağmen ekose pantolon giyeriz, elimize entellektüelliğimizi vurgulayan bir kitap alıp, buz gibi soğukta, ellerimiz dona dona, biryanda oğlanı kesmeye çalışırken o kitabı okuruz (okur gibi görünürüz), bu arada şaşkınlıktan otobüsü kaçırırız, bir bakarız oğlan otobüse binmiş gitmiş, bu seferde hem bana aşık hemde beni otobüsün geldiği hususunda uyarmadı bastı gitti, ne kaba herif deriz.........aslında o pantolonun da onu çok şapşal gösterdiğini farkederiz birden.
Nerden gelmiştik buraya: haaa boyna bağlanan fular ve ekose pantolondan. Vay be biz insanlar amma da yaratıcıyız. Hayallerimiz ve senaryolarımızın gerçekliğine inanmakta da bir o kadar israrcı.

TORİ AMOS


Birgün müzikli bir masal kitabı yaparsam müzikler Tori Amostan olacak.

14 Aralık 2011 Çarşamba

İNSANIN BİR DURUŞU OLMALI


Bu videodaki salıncakta asla sallanamam. Tekne gezileri kabus olur benim için. Küvetin içine oturup keyif bile yapamam, o suyun minik çalkantıları midemi bulandırır. Düşünüyorum da burcumun da bana kattığı sabitliğin getirdiği bir komplikasyon galiba bu. Benim ayaklarım hep yere sabit basmalı. Hatta kendi ayaklarımın sabit basması da yetmez, karşımdaki ve yanımdakilerin yani görüş alanımdakilerin de sağlam basması gerekir. Ben karşımda sallanan şeyler görmekten de rahatsız olurum. Başım döner, midem bulanır. Fazla karma karışık desenlere bakamam. Belki de bir çeşit huysuzluk bu bilmiyorum. Belki de bir karakter özelliği belirsizliği, ordan oraya salınmayı sevmiyorum. İnsanın bir duruşu olmalı, dimdik. Sürekli ordan oraya meyledenlerden hazzetmiyorum. Belki de yanlış pencereden bakıyorum hayata. Belki çok rijitim. Eğilip bükülmüyorum. Ama bu herşeye defansif bir şekilde karşı durduğum anlamına gelmiyor. İnsanları dinleyebilirim hatta anlayabilirim ve hatta onaylayabilirim. Ancak tüm bunlar beni bildiğimden, inandığımdan geri de döndürmeyebilir. Her olayı, kişiyi farklı bir pencere olarak görebilirim. Pencereden kafamı uzatır ordan manzaranın nasıl göründüğüne bakabilirim. Benim tercih etmeyebileceğim bir manzara olsa dahi: vayy be burdan bakınca da böyle bir manzara varmış diyebilirim gülümseyerek. Ama ben orman manzaralarını severim mesela bozkırlar beni sıkar. Bu bozkırlardan nefret etmeme sebep olmaz. İlle bir pencerem olacaksa ve tercih edebiliyorsam onu ormana doğru açtırırım evimde. İnandığım şeyleri anlatırım, paylaşırım ama fanatikçe önermem. Ama kendimce yanlış bulduklarımı da tam da muhatabına iletirim. Kendi düşündüklerimi söylerim, onun duymak istediklerini değil, konuyu uzatmam, kıvırıp çevirmem ve hatta yuvarlaklaştırmam, yumuşatmam. Çünkü faydasızdır bu bilirim. Gereken bekleme zamanını mutlaka sunmuşumdur ona, biraz daha zaman vermem. Ve çoğu kişi tarafından rijit olarak nitelenmemin nedeni de budur bilirim. Onlar oyun oynamak isterler, salınmak, sallanmak, uyumak, uyutulmak, ninni dinlemek isterler. Lakin ben yapamam. Ben gecelerin kuşuyum, uyumam, kendimi kandırmam, kendimi sürekli iredelerim, iğnelerim bazen canımı çok acııtırım. Belki de sevdiklerime kendime nasıl davranıyorsam öyle davranıyorum. Bu benim sevme biçimim. Ben öyle çocuğu düşünce perişan olan annelerden değilim. En fazla elimi uzatır, olsun, olsun, hadi kalk bakalım derim. Ben böyle severim. Elbette insanların fikirleri değişebilir. Birgün bozkırları daha çok sevebilir. Buna da inanırım. Ama bunun ne kadar gerçek olduğunu önemserim. Kendim birşeye karar verdiğimde durur düşünürüm bunu neden yapıyorsun derim kendime. Bu bir politika mı yoksa senin gerçeğin mi, yoksa bir beklentin mi var derim. Eğer yüreğimin gerçeği ise yoluma devam ederim. sonrasında hata yapmış olsam bile pişman olmam çünkü o anki doğrum buydu derim, dersler çıkarır, sepetime koyar, yola devam ederim. Sözü uzatmaya gerek yok. Bana göre, insanın bir duruşu olmalı, ayakları yere basmalı. ben böyle insanları severim. Diğerlerine ne mi olur? Bilmem, ben birşey yapmam, yoluma devam ederken bir bakarım onlar ayrı bir yola düşmüş. Sefa ile derim sefa ile

13 Aralık 2011 Salı

NE YANİ.....BEN ÖLDÜM MÜ ŞİMDİ

Ailece farklı bir şehirde veya kasabada gezmekteyiz. Eski bir bakkal dükanının raflarında inanılmaz güzellikte yeşil zeytinlerle dolu bir kavanoz görüyorum. hani o alacalı olanlardan, iri iri (bak şimdi ağzım sulandı, zaten bütün olanların başlangıcı da bu zeytinler). Dükkan sahibine yöneldim fiyat sormak ve zeytinlerin tadına bakmak için. tam adam bana doğru zeytinleri getirip bilgi verecekken eşim geldi ve evin reisi edası ile alışverişe koyuldu. İşte o noktada ip koptu sanki. Ne olduğunu anlayamadığım şekilde bir güç beni dükkanın dışın attı arabaya atladım, deli gibi sürmeye başladım, sanırım yokuş aşşağı idi. Sonra sanırım aklım başıma geldi ve yav ben nereye gidiyorum bizimkiler hala dükkanda geri dönmem lazım deyip sola dönülecek şekilde meyillendim. Ama sanırım fazla hızlıydım araba kontrolden çıktı. İlk olarak sağ kaldırıma çarptım, tekrar savruldum, sonrasını algılayamadım bir o yana bir bu yana muhabbeti. En sonunda arabadan fırladım, dışarıdan arabnın salınışlarını izliyorum, araba bir oyuncak boyutlarında, savruluyor. herneyse sonra kaza mahallinde eşimle beraber konuşuyoruz. Yav nasıl oldu bilmiyorum diyorum. sanırım öyle fazla bir problem yok diyorum. Şöyle bir bedenime bakıyorum, gayet iyi. Sen öyle san diyor, kızgınlıkla, savrulmuşsun sonra 5-6 kez takla atmışsın diyor ama bende tık yok haytırlamıyorum. Tam da o sağ kaldırıma çarptığım yere geliyoruz, geniş geniş, silik 3-4 tane kan lekesi var yolda. Bakakalıyorum........Yoksa.....eşimin gözlerine bakıyorum ama duyacağım cevaptan korkarak, cümle şuan bile aklımda, yüreğimdeki yangın da: ne yani, yoksa,,,,ben...öldüm mü? ses yok ama gözleri ile evet diyor. işte o an yıkılıyorum...niye mi tek evet bir tek nedeni var ve aklımdan çu cümleler geçiyor: amann tanrım ben ne yaptım, kızlarım neolacak, benim aptallığım yüzünden kızlarım annesiz kaldı, ne yapacak şimdi onlar, ağlayamıyorum bile çünkü zihnim hızla çalışıyor, ne yapabilirim şimdi bu durumda diye. Ve çaresizlik hissi yüreğime çöküyor, ben ordayım ama yokum, onların hayatında yokum, bensiz kaldılar, annesiz....Sonra onları uzaktan izliyorum yanlarında bir kadın yüzünü şimdi bile hatırladığım, onların ellerinden tutuyor, sanırım fatma pınar ona anne diye sesleniyor. Hiç kıskanmıyorum ama için acıyor: yavrum diyorum ne yapsın...ahhh aptal guguk aptalsın işte, aptallığınla onlara yaptığına bak. eşimi de rahat bırakmalıyım hayatında diyorum ve 
uyanıyorum canın havlayan sesi ile. hava daha karanlık, ohhh diyorum rüyaymış, elimi kolumu yokluyorum. aslında yeniden dalmak istiyorum uykuya ama korkuyorum ya devam ederse bu kabus diye.
Bugün yüreğimde bir ağrı ile uyandım. O ruh halini, suçluluk duuygusunu, çaresizliği, vicdan azabını atamadım üstümden. O anda öldüğümü öğrendiğimde yani, içimdeki tek acı yavrularımdı, kendimi bir an olsun bile düşünmedim, ahh aptal kadın dedim aptalsın, ne yaptın onlara.....
ANNECİM, RAHAT UYU.

12 Aralık 2011 Pazartesi

BLOG DÜNYASI

Az önce güzel bir yazı okudum. Zeka pırıltıları ile dolu. Alçakgönüllü ve bir o kadar samimi bir yazı. Hemen her zaman harika müziklerle süslenmiş olur yazıları. Entellektüelite inanılmaz bir şekilde günlük hayatla harmanlanır. Ve bunun gibi bir sürü okumaya doyamadığım blog var. Ve hatta hergün yenileri ile karşılaşıyorum. Blog dünyasında rastlayageldiğim bu harika insanlardan neden etrafımda hemen hiç yok. Yoksa burası bir illüzyon mu? Bizler gerçek dışı bir dünyamıyız? ya da zemin blog olduğunda böylesine pırıltılı, böylesine entellektüel iken gerçek hayatta tırnaklarımız çıkıyor, tüylerimiz uzuyor ve biz de diğer kurt adamlar gibi mi oluyoruz. Yoksa blog dünyası bir kandırmaca mı yoksa sığınmaca mı? Bu sorunun cevabı başkaları için ne olursa olsun burası benim için "sığınmaca"  
Tıpkı şu tatlı müzik gibi, hadi gelin keyfini beraberce çıkaralım. Taaa ki yarınki koşuşturmacaya kadar, biri bizi sinir edene, kalbimizi kırana kadar, ne dersiniz?

11 Aralık 2011 Pazar

9 Aralık 2011 Cuma


Bu video da KuBaBa dan
Gün olmuyor ki harika bir blogla tanışmayayım, harika bir müzikle kulaklarım bayram etmesin, muhteşem bir görsele hayran olmayayım, inanılmaz güzellikte bir kitabın arka kapağını okumayayım, yüreğe işleyen bir filmin fragmanını görmeyeyim, biryerlerde hah işte bu diyebileceğim bir cümle okumayayım, hayrettten ağzımı açık bırakan bir çiçeği koklamayayım, onu mıncıklamak isteyeceğim harika bir kediyle selamlaşmayayım, sararmış yapraklarını özgürce tereddütsüz toprağa salıveren bir ağaçla birbirimize göz kırpmayalım, burnuma damlayan ilk yağmur damlasına şaşırmayayım, gözündeki af dileyişi gördüğüm birini affetmeyeyim .....
TANRIM,  kıvırcık saçlı, büyüme özürlü kız yine kapında bu sefer sadece seni öpmek için.
Görsel: http://obsessionsandbadhabits.tumblr.com/

8 Aralık 2011 Perşembe

DENİZDE BALIK GİBİYİM



Heyyyttttt, acccaippp keyfim yerinde. Bomba gibiyim. Niye mi? İşte en güzeli şu ki: SEBEBİ YOK. Dünya dün ne kadar berbatsa yine aynı oranda berbat, hava daha puslu ve soğuk, yine biryerlerde birilerinin hakkı yeniyor, biryerlerde birinin yüreği acıyor, yeni yeni mikroplar çıkmış, hala üst solunum yolu enfeksiyonum geçmedi sesim borozan gibi, bu sesle bugün ders anlatacağım, fatma pınar hala yaramaz, etrafımda beni gıcık eden bir sürü şey var......ama benim keyfim yerinde. İşte budur!
Videyou bir izleyin, ilk saniyelerini, kalecinin gardını alışını, oyuncunun kafasında hesaplar yapışını....acaba oyuncu şu gölü bi atayım da kaleci görsün gününü mü diyor içinden ya da kaleci attğını bi tutayım da rezil olsun mu diyor? hayır biri topu kale dahiline sokmaya çalışıyor kaleciye takılmadan. kaleci ise topu kale içinden uzak tutmayı hedeflemekte. bir top ver ortada. 2 kale. OYNUYORLAR. Adam golü atınca seviniyor elbettt, heyyy oldu, çabalarımın sonucunu aldım, eğleniyor. kaleci ise tüh lan kaçırdık diye hayıflanıyor. konu top ve kale yani oyun. neden sıklıkla bu hayatında bu futbol gibi bir oyun olduğunu unutup, oyunculara, hakemlere ve bazen taraftalara takılıp kalıyorsak.
Şimdi de bunu izleyelim hadi, buara teoman günlerimdeyim galiba:D adam müziği bıraktı ya kıymete bindi:D

7 Aralık 2011 Çarşamba

İŞTE ÖYLE BİRŞEY



Videonun altındaki yorum çok hoşuma gittiği için yazıyı onunla bitiriyorum:

Müzik denilen şey böyle bişey olmalı.

:D

huzur da galiba böyle bişi:D

Görsel: http://obsessionsandbadhabits.tumblr.com/

6 Aralık 2011 Salı

İŞTE BU KADAR

Yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim.
Kendimi herkes gibi yaşamaya,
herkese benzemeye zorladım.
Kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile
bütünleşmek için böyle davranmak
gerektiğini söyledim.
Ama bütün bunların sonunda felaket geldi.
Şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum.
Kuralsızım,tereddütler içindeyim,
yalnızım ve bunu kabullenerek tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim.
Tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra
bir doğru yaratmak zorundayım.”
Albert Camus 

5 Aralık 2011 Pazartesi

ÖDÜL MİMİ

beni ödüle layık görmüş. Kendisine teşekkür ederim. Hemen başlayalım o zaman. Sevgili Sestod'un teşekkürlerle linkini veriyorum: http://kitapcaybattaniye.blogspot.com ve kendim hakkında 7 gerçeği paylaşıyorum:
1-şu sıralar vakit bulamasam da (malum fatma pınar) kitap okumak en büyük zevkim.
2- müziksiz bir hayat düşünemiyorum.
3-kendimi bu dünyada yabancı hissediyorum.
4-fazlasıyla dürüstüm.
5-samimiyetsizlikten iğreniyorum.

6-mızmızları öldürmek istiyorum.
7-doğaya aşığım, birgün ormanda kaybolmayı hayal ediyorum.

Bu güzel mimi size yolluyorum:
1-Deniz'den Gelen
2-öykü
3-ozgurtamsen



3 Aralık 2011 Cumartesi

BİR KESTANEDEN NERELERE

Dedim ki Ankarada olsam, yaş 17 olsa yine. Dershaneye gidiyor olsam kızılaya, kış olsa, kar yağsa....Bir soğuk bir soğuk sorma gitsin. Vakit de dar ama köşedeki kestanecinin kestaneleri pek bir yaman. Koy bakiim külaha şöyle 6-7 tane. Uyyyyyy yanar ellerim ama can çekmiş bi kere beklemez...Kulağımda REM, loosing my religion, diyor. O yaşlar deli çağlar kafa eserse bütün inanışlardan vazgeçilir. Yoksa şöyle sakaryaya mı gitsem, dost kitabevine mi dalsam, kaybolsam kitapların arasında....yok yok karamürselin önünde arkadaşlar bekler. Belki bir demet nergis alırım ne dersin, koklaya koklaya eve dönerim. Canım babaannem sana aldım desem de hemen bir vazoya koyar, odama kaçırırım. Açarım defteri kitabı, burnumda mis gibi nergis kokusu. Oda soğuk, olsun...dokunulmaz bir özgürlük var sanki burda, bir daha hiç olmayacağı kadar. İçerde soba çıtır çıtır yanıyor ama sigara dumanı almış tüm odayı. Öyle çok hayal varki içimde onlar beni ısıtır. 17 yaşımdayım, Ankaradayım, yenimahalledeyim. Babaannem, dedem, babam hatta kedim pamuk hepsi burda...zaman dursun neolur.......