29 Şubat 2012 Çarşamba


Birincide sustum. İkinciyi yapmaktasın sanırım yine susacağım. Ancak bu susmalarım eskisi gibi değiller. olanı görüyorum, bende yarattığı etkiyi izliyorum. Gözlerimden, kulaklarımdan girişini, ilk girdiği andaki, titreşimi, tepkiyi, içimde ilerleyişini, damarlarımda yavaşça yayılışını ve verdiği ısıyı...sonra zihnimde yarattığı yankıyı ve en sonunda yüreğime dokuduğu andaki dinnnkkkk sesini. Kızıyor muyum, kırıldım mı sanırım hayır herkes kendi dünyasını, kendi kuralları ile yaşıyor, tıpkı benim gibi diyorum. ancak şu var ki, artık telafi etmem gerektiğini düşünmüyorum, kesip atmayı da tabiki, yada gidip ama bak sen... ile başlayan cümleler kurmayı. senin bende oluşturduğun hissin damarlarıma yürümesine izin veriyorum sadece yürürken verdiği hissi izliyorum.m olmasına izin veriyorum. öyleki o damarlarımda yürürkenki acı, kıpırdanma bana kendimi hatırlatıyor, o dokunuşla kendime geliyorum.  ve bütün bunlar bana kendimi gösteriyor sonunda. neyi istemediğimi ve onun ardından neyi istediğimi, kriterlerimi.
devam edelim o zaman oyuna bakalım, görelim, izleyelim.

26 Şubat 2012 Pazar

Act without expectations.
                         Lao Tzu



24 Şubat 2012 Cuma

OYUNU OYUN GİBİ OYNAMAK


Herşey üstüme üstüme geliyor derken daha zihnim, başka bir yerdeki ses gülüyor ona "hepsini üstüne alan sensin dırıldama" diyerek. Zihnim sakinleşiyor bir anda. Net sonuca bakarsanız aynı, ister onlar üstüme gelmiş olsun, ister ben sırtıma yüklemiş olayım, bu sözden sonra algılayış biçimim değişiyor. Beni yoran ve sorun olarak algıladığım şey oyuna dönüşüyor. Bütün bu yük olarak algıladığım şey üzerinden bir oyun oynanıyor. Ne komik....monoply oynuyorsunuz mesela, oyun işte adı üstünde. Birden sinirleniyorsunuz, istediğiniz yeri öbür oyuncu aldı diye, borcunuz fazla diye, elinizdeki en değerli yeri satmak istemiyorsunuz ama borcunuz var ama o değerli yeri diğeri kapmasın diye hırslanıyorsunuz. kalp atışlarınız değişiyor, boğazınızda bir baskı hissediyorsunuz. Birden 20 yıllık arkadaşınızın bu oyunla berbaer ne kadar da gıcık, hesapçı ve hırslı olduğunu farkediyorsunuz. Bir süre sonra oyun kartlarını alıp fırlatmak geçiyor içinizden, herşey üstünüze üstünüze geliyor.......................................
Bu oyuna eğlenmek için başladığınızı çoktan unutmuşsunuz. en başta oyun olduğunu unutmuşsunuz. Tıpkı hayat oyunu gibi. sadece oyunların adı değişik. İşte ben de 40 yaşımdan sonra "oyunu oyun gibi oynamayı öğreniyorum".

22 Şubat 2012 Çarşamba

ANNELER ÖLMEKTEN ÇOK KORKAR

Sevgili Kara Kalemin yazısını olduğu gibi sunuyorum size. Elimizden ne gelirse. Çaba bizden sonuç Rabbimizden. Yavrular annesiz kalmasın. Annesiz büyümüş biri olarak bunun bir çocuğun ruhunda yarattığı tahribatı iyi bilirim. Hani özetle anlatacak olursam annesiz çocuk olup ve sonrasında böylesi bir çocukluğun yetişkini olmayı: "gökyüzüne hasret, kanatları kopmuş kuş gibi yaşamak."  Anneler ölmekten çok korkar. Yavrularını bu dünyada annesiz bırakmaktır korkuları. Hiç bir el anne gibi dokunmaz, hiç bir göz anne gibi bakamaz, hiç bir dil anne gibi seslenemez, bir tek annenin kurabiyeleri güzeldir, kim ne derse desin hiç bir yürek anne gibi sevemez. Sevgili Gamze Rabbime duacıyım en kısa zamanda şifa bulman için ve yavrunu kendin büyütüp tüm mürüvetlerini görmen için. Hadi arkadaşlar biz aracı olalım Rabbim şifasını versin. Şimdi imdada yetişme zamanı. Atakan anne kucağında, anne kokusuyla büyüsün, okula annesinin elini tutarak başlasın, düğününde annesi sevinç gözyaşları döksün.....Hadi......

ACİL HEMDE ÇOK ACİL















BİR MASALLA AYRILDIM YAVRUMDAN!


Gamze nin anne ve baba tarafından akrabalarından uygun ilik cikmadı. gönüllü sayisida istenen rakama ulaşamadı. hadi durmayin lutfen Atakanımızın annesine kan verin verdirin. lütfen normal bünyeli blogcular sayfalarınızda yer vermekle kalmayın bilakis birebir kan verin. Gerekirse yeniden yeniden yazın sayfalarınızda, bağırın, çağırın, küfür edin, hırpalayın ama sarsın duyarsızlıkları lütfen. lütfen. lütfen. size yalvarıyorum lütfen..

SANA SÖZ TRAKTÖR ALACAĞIM ANNEM…
3 Şubat’taki blog yazısında ‘Seyahate giden anne gibiyim’ diye yazan Gamze bugün kemoterapi için evden çıkarken yazdığı yazıyla bir kez daha ağlattı. İşte o yazıdan bir bölüm;
“Canım yavrum sol avucumu öptü, bende onun iki avucunu birden öptüm, kapat annecim sımsıkı tut bu öpücüğü ellerini yıkasan bile geçmez bu öpücüğün gücü dedim. Minik parmaklar hemen kapattı sımsıkı tuttu. Kursdan dönünce bana kepçe ve traktör al tamam mı dedi.
Sana söz veriyorum alcam annem dedim. Dedim demesine ama dediğime ben bile inanmadım.
Ayrıldım evden ağlıyarak, hıçkırarak çıktım, yutkunamadım boğazım düğüm olmuş çoktan.
Kardeşim, annem, babam gözünüzü yaşlı bıraktım. Affedin beni. Allah size Atakan büyüyüp kendi ayakları üstünde durana kadar güç, kuvvet versin. Emrah’ımı yalnız bırakmayın sakın. Nereye tayini çıkarsa ona destek olun yalvarırım size. Gözüm arkada değil benim. Önce Allah’ıma sonra size emanet canım yavrum.

GAMZE İÇİN NE YAPILABİLİR?
AML M5 (Akut miyoloblast lösemi) tipi lösemi olan Gamze Akbaş, daha önce kök hücre nakli (yani kişinin kendisinden alınıp, kanıyla karıştırılıp yeniden kişiye verilmesi) olduğu için ilik nakli olması artık şart. Kardeşinin iliği uymayan Gamze için yakın akrabalarına da bakılacak. Akraba dışındakiler “Gamze için donör olabilir miyim” diye baktırmak isterse 700 lira gibi bir ücret ödemeleri gerekiyor. Gamze Akbaş’ın eşi Emrah Akbaş, “İlik bankasına verilecek her örnek için zaten Gamze’nin değerleriyle karşılaştırılacak. Yani Gamze için bakılmasını istiyorum demek şart değil” dedi.
Kardeş, yakın akrabalarının donör olma ihtimali yüzde 1. Diğerlerinin uyma ihtimali ise 40 binde 1. Havuzdaki sayı ne kadar çoğalırsa, Gamze’nin kurtulma şansı o oranda artacak. Yani, donör olmak için başvurmak ve küçücük bir tüp kan vermek çok önemli. http://gamzeakbas.blogspot.com adresinden ise Genç anne hakkındaki gelişmeleri öğrenmek ve ona yardım etmek için iletişim numaralarını bulmak mümkün.Gamze adına İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Kan Bankasına bağış yapabilirsiniz. Gamze’ yi ziyaret etmek isterseniz; Ziyaret saatleri 13:30 -14:30, çiçek, yiyecek, çocuk yasak. Ziyarete gidenlerin kan vermesi ona yapabileceğiniz en büyük iyiliklerden biri. Gamze Akbaş Onkoloji hastanesi 1. kat, 4865 numaralı odada yatıyor. Kan örneği verilebilecek adresler ise şöyle:İstanbul Tıp Fakültesi Kemik İliği Bankası,Dekanlık Binası giriş katı Telefon: 0212 534 75 00
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İbni Sina Hastanesi, Akrabalık Dışı Kemik İliği ve Kordon Kanı Bankası, Tel no: 508 24 44





20 Şubat 2012 Pazartesi

17 Şubat 2012 Cuma


iyi hafta sonları hepimize.
Floribert bu dizeleri ne sözcüklere dökebiliyor ne de beseteleyebiliyordu; çünkü sözcükleri yoktu bu şiirlerin. Ama, bazen, özellikle akşam olunca, onları duyumsayıp düşleyebiliyordu.
Hermann Hesse/Masallar/Gölge Oyunu

16 Şubat 2012 Perşembe


Pek çok insanın sigaraya başlama nedeninin başka kişilerin yüzlerindeki sigara içerkenki haz ifadesinden kaynaklandığını düşünüyorum. daha doğrusu o ifadeyi haz olarak algılamalarından. Diğer bir neden de benzer şekilde karşısındaki kişinin paketi cebinden yada da sigara kutusundan çıkarışı, paketi açışı, sigarayı çıkarışı, parmaklarının arasına alışı, cebinden çakmağını çıkarışı ve yakışı, sigarayı tutuşturması, ilk nefesi çekişi, dumanı burnundan çeşitli şekillerde verişi sırasındaki tavırlarını algılama biçimleri bence. Bu hareketler ve bu hareketler esnasındaki yüz ifadeleri, duruşlarına anlamlar katmaları. Mesela bir kişi o anda o kişiyi çok entellkteüel olarak algılarken, diğeri ilgi çekici bulabilir. Bir başkası sırf o ilk dumanın çekilişi ve burundan geri verilişi ile karşısındakini çok ilgi mistik bulur. Bir seramoni gibidir sanki tüm bu hareketler. Yani bu faaliyete anlamlar katarlar kendilerinden, ad koyarlar. 
Yoksa, sigara içenler alınmasın ama, başka türlü başlanılmaz o korkunç kokulu, tadlı şeye. Ki akli melekesi yerinde olan herkes zararlarını bal gibi bilirken.
İşte böyle komik varlıklarız. Evrende olup biten herşeyi kendimizce adlandırabilen, onlara anlamlar yükleyen şaşkın bir familyayız. Olanı olduğu gibi görüp izleyebilme kaabiliyeti çok erken yaşlarda terkettiğimiz ve belki de bizden önce terkedenler tarafından elimizden alınmış bir mucize, mitoloji ya da masal halini almış. 
Evreni nerden geldiğini bile hatırlamadığımız köhne hatta bazen tedavülden kalkmış bilgilerimzle, alışkanlıklarımızla, geleneklerimizle değerlendirip sonuçlara varırken, bir yandan da neden hep mutsuz olduğumuzdan yakınan komik yaratıklar gibiyiz. Keşke önce sonuca varmaktan bir vazgeçebilsek. Sadece izleyebilsek. İzlediğimizi hemen isimlendirmesek. Klasifiye etme çabalarımızı bıraksak. Bütün yorgunluğumuz biter, zamana yetişir ve hatta önüne geçer miydik acaba? hatta zaman mefhumu ortadan kalkar mıydı?
Ahhh Einstein ne kadar doğru söylemiş:
"Problemi ona neden olan aynı bilinç seviyesi ile çözemezsiniz"
Bunu söylememe ihtiyacın yok ama.
Haklısın einstein, hem de çok

Deli, herşeyi yapabilecek yetenekte olan ancak yapacak değerde birşey bulamayandır.

15 Şubat 2012 Çarşamba

UÇURDUĞUMUZ GÜVERCİNLERE

.....her zaman bizim yaşamımıza oranla daha güzel, daha özgür ve daha dolu yaşamları çağrıştırdıkları için güzel ve çekici gelen ve iyi ruhlar olduğu için bazı kimselerin saygı duyduğu varlıklar olacak. Heryerde yinelenir bu. Torunlar büyükbabalarının iyiyürekli olmalalarını alaya alır. Güzel ve sevgi dolu varlıklar günün birinde izlenip öldürülür, ölü ya da diri başlarına ödüller konur. Oysa varlıkları, kuş kanatlarıyla geleceğe doğru uçuşunu sürdüren efsanelere dönüşür kısa sürede.
Masallar/Hermann Hesse
Uçurduğumuz güvercinler, bu şarkıyı size ithaf ediyorum.

14 Şubat 2012 Salı

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hayat garip, insanlara güvenmeyi öğreniyorum.
Mesela çocuk bakıcısının da güzel yemek yapabileceğine, hiç ummadığım bir akademisyenin yazdığı araştırmamızın kabul olabileceğine, eve gelen temizlikçinin çamaşırları makinaya atabileceğine güvenmeyi.....................................
Hayat garip insanlara güvenmemeyi öğreniyorum.
Mesela herşeyimi anlattığım birinin bunları gidip başkasına anlatabileceğini, 15 yıldır 3 kişilik bir dostluğumuz var sanırken benim aslında hep bir kişi olabileceğimi, yüzüme gülen ve bana güzel şeyler söyleyenlerin aslında beni hiç sevmediğini, bana iyilik yaptığını söyleyen birinin aslında bunda büyük bir çıkarı olabileceğini
ÖĞRENİYORUM.
ve HAYAT GÜZEL.

11 Şubat 2012 Cumartesi


GÜNEŞLİ BİR KIŞ CUMARTESİSİNDEN SEVGİLERLE....

10 Şubat 2012 Cuma


Kızlarımla birlikte beni de taşıyabilir mi bu kuş acaba. Bir gecede bütün evreni gezdirse bize.

Ya da aya binsek kayık niyetine.

9 Şubat 2012 Perşembe

BİR FİNCAN İYİ DEMLENMİŞ SICAK ÇAYA NE DERSİN:d (1)


Düşünürüz "tanrı var mı yok mu" diye, varsa nasıl biri (diyecek başka birşey bulamayınca biri diye tanımladım, ki onu hep benden biri gibi gördüğümdendir belki de) diye merak ederiz, en azından ben hep ederim. yıllarca düşündüm tanrının olup olmadığı konusunu. İzledim evreni, kendimi bazen kesinlikle yok olduğu sonucuna varırken kimi zamanlar var olduğuna inandım. İstediğimde lmadığı yönünde bütün doneleri bulabiliyorken, istediğimde var olduğunun kanıtları ile karşılaşıyordum. Ve artık bir karar vermeliydim, çünkü bu benim için önemli bir konuydu. Aslına bakarsan olsa ne olacaktı olmasa ne,  ama ben kafayı takmıştım bir kere. Bu iş öyle bilimle, labaratuvarla olacak olsa sabahlara kadar test yapacaktım ama nafile tanrı öyle bulunmuyordu yada olmadığı teyid edilmiyorduki. Hani ne kolay olurdu şöyle bir şişeye bir damla damlat pufff renkli bir duman çıksın sonra şişenin içindeki suya mikroskopla bak veeee: buldummmm buldummmm ya da bulamadımmm bulamadımmm de. Kafam yani zihnim yani zihinsel mantıksal mekanizma benim çelişkilerimi daha da artırıyordu ve arafta kalmak benim en büyük problemim. Bulduğum ip uçlarının bir kısmı beni bir yola sokarken diğeri tam tersi yola doğru kolumdan asılıyordu. Ve anladımki birşeyi ölçümlerken öncelikle ölçümleme aracınız ve mekanizmanız yani materyal ve metodunuz doğru olmalı. Anladım ki ben elmayı litreyle ölçmeye kalkıp iyice aptallaşıyorum. Litre kabına tıkıştırmaya çalıştıkça elmalar dışarı dökülüyordu....Öncelikle tanrının akılla, zihinsel mekanizma ile değil yürekle bulunabileceğine karar verdim eğer varsa. Bazı anlar olur hani, herşey çok kötü gider, herşey aleyhinizedir, birey olarak hiçbir çabanız sonuç vermemektedir, yapacaklar tükenmiştir......işte o anlarda biryerden bir el uzanır size hiç umulmadık bir el, biri öyle bir gülümser ki, yüreğinizdeki sıkıntı eriyiverir, işe yeniden sarılacak gücü bulursunuz.....işte öyle anlarda içimde bir yerlerde bir ezilme, ne bileyim bir his yakaladım ve sonra bunun "şükür " hissi olduğunu anladım, kodlanmış şekilde birşeye minnettarlık duyuyordum. Ben hiç birşey yapmadığım hatta bissürü yanlış yaptığım bir anda elini uzatan birşey, burnumun ucundakini görmemi sağlayan birşey. Haa buarada bunu hep güzellikle okşayarak da yapmıyordu. Hatta sıklıkla şamar, sarsma, incitme, kızdırma gibi can yakıcı yollarla yapıyordu. Ve düşündüm: söyle bakalım guguk bu hayatta önemli olan nedir? diye mutlu olmak, huzurlu ve çelişkisiz olmak dedim sonra kendime. O zaman tekrar düşün bakalım tanrının var olması fikri mi yoksa yok olması fikri mi seni mutlu, huzurlu ve çelişkisiz kılar. Yüreğim hiç düşünmeden var olması dedi. Ve o günden sonra benim için Tanrı hep vardı ve aslından ben farkında olmasam da öncesinde de hep yanımdaydı bunu da anladım o anda. Onunla konuşmayı öğrendim, şakalaşmayı. bazen çemkirdim bile ona, suçladım onu. Beni sevgiyle sardı, kucakladı, ötelemedi hiç bir zaman. Hep dudaklarında zekice bir gülümseme vardı, dudak kenarları yukarı kıvrılmış şekilde. Peki dedi...sen bilirsin hala öğrenmek istemiyorsun, bi dahaki sefere diyerek sırtımı sıvazladı. Önümdeki taşı görmeyip düşüp ona bağırdığımda önce dizime pansuman yaptı, ben sana demiştim ile başlayan cümleler kurmadı, çünkü o cümlelere çok kızıyorum. Ancak yavaşta olsa ilerlemelerimi gördü, takdir etti zaten gözlerinden ben de anlıyordum o anlarda doğru yolda olduğumu. Çünkü o anlarda gözleri öyle berrak, öyle durgun ve öyle huzurlu oluyordu ki, sanki içine düşüp akıp gidiyordum o huzur ırmağında. Yani bana sorarsanız, benim için tanrı var ve onu seviyorum, onun beni sevdiğinden de eminim. Beni zorlamaktan hiç vazgeçmeyecek bunu da gayet iyi biliyorum ama bunu neden yaptığını da biliyorum artık.
Eveeet Sevgili Tanrım, işte yine kapında o büyümeyen, kıvırcık saçlı kız....özlemiştim o yüzden geldim, aslında bakkala diye çıktım ama ayaklarım beni sana götürdü bugün. Sanki bir yandan da tüm yollar sana mı çıkıyor diye de düşünmedim değil. Eğer sıcak, güzel demlenmiş bir çayın varsa, sohbet edebiliriz:D 
Bu müzik bana göre senin sesin, rüzgarın sesi de öyle ya da dalgaların.....pamuk pamuk yağan kar tenin, sakin akan ırmak gözlerin, ben senim ki zaten, sadece unutuyorum bunu ara ara o kadar. Hatırlattığın için teşekkürler, seni seviyorum. 

8 Şubat 2012 Çarşamba

NEYE ELİMİ ATSAM.......


Bayılıyorum Burcu Güneşe. Bu şarkıyı başka birisi söylese dinlemezdim bile. Aslında türkçe müzik dinlemem ben zaten (ayıp belki ama naapalım). Bu Türkiye insanlarını hiç anlayabilmiş değilim. Nasıl olurda Burcu Güneş daha popüler biri olamaz, nasıl olur da sıradışı anatomi yayından kalkar, bizim yenge dizisi öyle hemencik bitiriliverir. Korku içindeyim neyi sevsem hemen yayından kaldırılıyor. Akşam büyük kızım: anne gel şu salak dizileri biz de seyretmeye başlayalım, belki onları da kaldırırlar yayından, biz izlemeye başladık diye, espri bile yaptı. Hani bir söz vardır: bütün arabalar üstüne üstüne geliyorsa, sen ters yoldasındır, diye. Sıklıkla ters yolda olduğumu düşünür olsam da, bu halimden vazgeçecek değilim.
Ha bu arada, sevgili Burcu Güneş, lütfen, saç rengini değiştir, sen en fazla kızıl olabilirsin, aslında en iyisi kestane rengi. ben seni her halinle seviyor olsam da, bu önerimi yabana atma derim. İlle sarı diyorsan, küllü kumrala razı oluver.

6 Şubat 2012 Pazartesi

NİYE SEVİYORSUN

Niye seviyorsun onu?
Şaşkınlıkla "iyi bir insan" dedi.
Düşündüm.
Yani onu "iyi bir insan" olduğu için seviyordu. Bu bana sevgiden ziyade bir alışveriş gibi geldi. Aslında bana neydi ki; herkes halinden memnundu, o iyi bir insandı, diğeri onu seviyordu, dolayısıyla o da iyi bir insandı. Gerekli döngü tamamlanmıştı.İyi de iyi bir insanı sevmek zaten kolaydı ki. O zaman bu sevginin gerçekliğini nasıl teyid edeceğiz? Hay Allah sevginin gerçekliğini teyid etmekte nerden çıktı şimdi? Bu teyid etme takıntısı bende hep var galiba, karşımdakinin dürüst olup olmadığı nedense benim için hayati önem taşıyor. Karşımdakinin sevgisinin doğrulamasını yapmaya çalışarak acaba ben de gerçekten sevgiden uzaklaşıyor olmuyor muyum zaten? Her zamanki gibi konu yine dönüp dolaşıp bana geldi. Kendimi yerden yere vurmak konusunda kimseye fırsat vermeyecek kadar başarılıyım. Ama bu eğilim başkalarına da kızdığımda orantılı olarak iş görebiliyor. Konuya dönersek iyi olanı sevmek ne kadar gerçek; peki iyi olmayanı nasıl seveceğiz ki, adı üstünde kötü. Bu seferde iyi kötü relativitesi gündeme geliyor ki oraya hiç girmeyelim, çıkılmaz dehliz. O zaman bir son vereceksek bu beyin karmaşasına:
Sevginin bir açıklaması olmaz diyelim  ve diyaloğa geri dönelim:
Niye seviyorsun onu?
Bilmem.
Bana göre gerçek sevgi budur.

4 Şubat 2012 Cumartesi

MAVİ BALONU YAKALADIM, YOLLADIM

Sevgili Mavi Balon mimlemiş ben buralarda yokken. Hoop tutalım mavi balonu ve cevap verelim sorulara bir bir.

1- Sence çok anlamlı bir söz:


Öyle çok güzel söz var ki, her okuduğumda hayrete düşüp, önünde eğildiğim. Koca bir evreni tek bir cümle ile anlatan. Mesela Einstein: problemleri ona neden olan bilincin aynı seviyesi ile çözemezsiniz demiş ki...oku oku hayrete düş.

2- Makyajında olmazsa olmazın?

Mavi Balonla cevabım aynı: göz altı kapatıcım. Göz altlarım bana göre nispeten biraz koyu ve hakikaten kapatıcıyı sürünce daha aydınlık bir görünüm oluyor. Ayrıca onu sürünce biraz rimel ve parlatıcı ile harika görünebiliyorsunuz.

3- Uyguladığın güzellik tüyosu nedir?

Bilmem öyle tüyolarım falan yok ve şöyle yapın harika görüneceksiniz sansasyonlarına da pek inanmam. Benim güzellik tüyom pozitif enerjim. Pozitif enerjili insanların her koşulda güzel göründüğüne inanırım.

4- En sevdiğin çiçek?

Tüm çiçekleri severim ama nergisin kokusu, o sarı ile beyazının uyumu her zaman en çok sevilen olmasını sağlar gönlümde.

5- Nefret ettiğin birşey?

Negatif enerjili, mutsuzluk karakteri olmuş, sürekli şikayetlenen, etrafını suçlayan, kurban rolü oynayan, dudak kenarları hep aşağı kıvrık insanlardan hakikaten nefret ederim.

6- En çok sevdiğin iltifat?

İltifat sevmem, gerçekte aslında öyle diilsin ama ben kibarığımdan öyle söylüyorum, bak ne nazik ve iyi insanım dediğini düşünürüm hep o cümlenin altında. Belki nadiren yürekten söylenenler hoşuma gider ama özellikle aynı kişi bunu sürekli yapıyorsa onun güvenilmez bir insan olduğuna karar veririm.

7- Favori Kitabın?

Engin Geçtan'ın Hayat, Paulo Coelho'nun Simyacı, Hermann Hesse'in Siderta, ve Küçük Kadınlar

8- Sana görünüş olarak yakın bulduğun ünlü?

Ünlüleri sevmem, fiziksel olarak benzerim var mı bilmem ama ruhsal olarak Zuhal Olcayı kendime yakın hissederim

9- Herkesin beğendiği ama senin sevemediğin bir ürün?

Bilmem ki hiç dikkat etmemişim bu konuya. Hımm ürün değil ama insanlar Orhan Pamuk kitaplarını sever oysa ben çook sıkıcı bulurum.

10- Şu an en çok almak istediğin kozmetik ürünü?

Parfüm olarak hep Bvulgari kullanırım. Daha önce kullanmadığım Bvulgarileri denemeyi isterim. 

Ne güzel oldu Mavi Balon aslında böylesi mimler sayesinde birbirimiz hakkında fikir sahibi oluyoruz. Ben de bu balonu sevgili endişeli peri ve defter-i kebir'e şutluyorum. 
bu da hafta sonu hediyeniz: