28 Ekim 2009 Çarşamba

PARDON, BURASI NERESİ?

Gözlerim görmeyi, kulaklarım duymayı, zihnim anlamayı ve yüreğim kabullenmeyi şiddetle reddediyor bu aralar olanları. Benliğimin tüm parçaları hiç bir şeye karşı böylesine topyekün birlik olmamıştı.
Şehit aileleri, gazilerimiz ve gazi aileleri Türkiye Büyük Millet Meclisine girerken ellerindeki Türk Bayrakları alındı. Türk milleti, kendi meclisine kendi bayrağı ile giremiyor. Ya Rabbim ne günlere kaldık ve daha neler bekliyor bizi? Ama terör örgütü, bayrak dedikleri o paçavrayı cani terör örgütüne ve liderine övgülerle Türkiye topraklarında ellerinde sallayabiliyor, onlara dur diyen yok! Hoşgeldiniz katiller, buyrun ama siz bu vatana evladını veren Türk Milleti, haddinizi bilin bakalım, hımmmm. Sonra DTP liler görür, bozulur kızar, alınır, üzülür belki zavallılar, naaparız sonra?
Size sesleniyorum, ne olduğu bilinmeyen, şehidinin, gazisinin yüreğini ateşe verip, kapısına getiren, Türkün elinden, bayrağını alan hain zihniyet:
Sizi En yüce makama havale ediyorum ve biliyorum ki hainlik her zaman en acı şekilde cezalandırılacaktır, kirli emellerinize alet etmeyin namus bildiğimiz vatanımızı.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Lanet olası düşünce pireleri (evet perileri değil, ne yazıkki pireleri), hep yatağa yattığımda mı gelir doluşur beynime? beni boğar, kalp çarpıntılarımı ve boğulma hissimi tetikler.
Millet koyunları, kuzuları sayar. Bense böyle günlerde düşünceleri bir bir atlatırım çitlerden. Konuşurum, o bi türlü söyleyemediğim şeyleri.
Ve niyeyse, heeep aslında beni çok kızdıran ama bir türlü dillendiremediğim şeylerdir bunlar.
Aslında söyleyen, konuşabilen bir insanım. Ama bazen de söylenmeden de anlaşılmak lüksünü tatmak istemem suç mu?
Doğru, herkes herşeyi anlayamayabilir. Ben aslında kendi yaptığım, herkesi takip edip, anlayıp, ona göre davranma hastalığımı diğerlerinden mi bekliyorum? sonra bunu farkedip, anlaşılamamış olmanın üstüne kendimi suçlu hissedip, çifte kavrulmuş boğuluyorum.
Yok, yok..bu sefer kendime haksızlık etmiyeceğim. Bu hastalık değil. Sadece uzun süredir, beklemeye aldığım, bazı anlaşılma arzularım artık herhalde tavan yaptı.
belki de konuşma zamanı gelmiştir?
iNSANLAR, (sevdiklerim, sevmediklerim),
beni huysuz ve kaprisli çekilmez buluyor olabilirsiniz. Buna itirazım yok. Melek olduğum iddiasını içimde hiç taşımadım. Öyle herkesi, gandi gibi, seven, kucaklayan bir tip değilim. Bunun gerekliliğine de hiiiç inanmadım. Sizlerin hiç büyütmediği şeyler benim için bir cendereye dönüşüyorsa, bu da benim elimde değilse, şunu söylemem gerekir ki, artık bunlar için kendimi suçlayıp, ruhumu her seferinde yargılayıp asmayacağım artık. Belki de bu kaprislerimle görmediğiniz, görmek istemediğiniz, göremediğiniz şeylere ayna tutuyor olamaz mıyım? ilişkilerimi kendi adıma, neyin pahasına sürdürdüğümü daha çok irdeler oldum. "Ben haklıyım" iddiası değil bu. Lütfen bi kerede anlayın, "ben de böyle düşünüyorum" sunusu. Eğer beni hayatınız da tutmaya değer buluyorsanız, bazen haklı bulmasanız bile, bu beklentilerime değer verin.

20 Ekim 2009 Salı

Ne zaman deniz kenarı bir yere gitsek, mutlaka deniz kabukları toplarım. Sanki bir ritüel. Aslında amaç zaman geçirmek ve nedense oraya ait anıları gözle görünür, elle tutulur kılmak. Çocuklarla: hah işte bi tane daha, burda da var... şeklinde toplarız beraberce. Sonra onları eve getirdiğimde yada torbaya yerleştirirken bakarım. Aslında hepsi birbirine benzer, öyle belirgin bir özelliği ve güzelliği olmayan şeylerdir. Belki birkçı değişiktir, gözüme, tenime hoş gelir. Diğerlerini taşımak bile istemem aslında. Ama sanki onların duyguları varmış da kırılırlarmış gibi atmam. Bir de emeklerime acırım, hani emek emek topladım ya onları:)O kadar topladık boşa gitmesin hadi der koyarım bi köşeye,. Eve götürene kadar kırılır, çantanın diplerine dökülürler.
Bugün düşündüm de: hayatımda da böylesine biriktirdiğim gereksiz ne çok şey var acaba. Yıllarca sürmüş beraberlikler, hani emeğinize kıyamadığınız deniz kabukları gibi ama bilirsiniz ki aslında olmasalarda olurlar, hatta olmasalar daha iyi bile olan cinsten:)
Biyanda karşındakini incitme korkusu. Ama incitmemeye çalışırken arada sırada pırtlayan gerçek bakışlar, gerçek kelimecikler. Size bir şey katmayan, sizi olduğunuz yerden alıp bi adım öteye taşımayan ilişkiler. Günlük geyik muhabbetleriyle devam eden giden dostluğumsular.
Bu aralarki halet-i ruhiyemden midir bilmem ama ruhumdaki kıymıkları tek tek sökesim var. Dolabımdaki fazlalıkları atasım var. Pişman olurmuyum bilmem. Çok fazla şey yığmışım hayatıma ama çoğu bana ait değil, beni tamamlamayan, olmazsa olmaz özelliği taşımayan. Sanki daha az şey olmalıydı, daha az. Ama onları ince kristal biblolar gibi korumalıydım, ya kırılırlarsa diye. Bu hisleri beslediğim kaç kişi var acaba etrafımda.
Aslına bakarsak, herkese bir kusur bulmakta üstüme yok ama işin iyi yanı kendi kusurlarımı da görmezden geliyor değilim. Peki herkesi beğenmek zorundamıyım, peki ya sevmek, hayatıma dahil etmek, bir kere ettim diye onu hep orda tutmak???? Elbette değilim ama şugünkü kriterlerimle baktığımda hayatım epeyce daralacak gibi görünüyor. Ama sanki daha bir sevimli olacak. Hani bahçeli, tertemiz, küçücük, camları yere yakın, camların önünde somyaların olduğu evler gibi. En ufak lüksü yok ama kokusu, renkleri bana ait ve tertemiz. Temizlenmesi yük değil. Oturulabilir bir eşiği olan camın önünde. Hani oturup küçükken iskambil kağıtları ile oynadığım. Silkinmek istiyorum. Dökülsün ben olmayan şeyler, zorla ben yapmaya çalıştığım şeyler. Belkide çok güzeller, şatafatlılar ama bana ait değiller.

13 Ekim 2009 Salı

ALIŞILDIK ACILAR acıtmaz MI???

Hastanız size şikayetlerini ifade ettiğinde, "stresten de kaynaklanabilir" dediğiniz zaman size:
-ama hayatımda beni kızdıran, üzen hiç birşey yok ki! der şaşkınlıkla.
Hep düşünmüşümdür o zaman. Acaba alıştığımız kırgınlıklarımız, yorgunluklarımız, kızgınlıklarımız, beklentilerimizin bize ağır ağır neler yaptığının farkında mıyız? Onlarla baş ettiğimizi düşünürken, başetmemizin bedellerini göz ardı etmiş olabilir miyiz? Ama çoğu zaman bunları anlatmaktan çekinirim. Ukalalık etmemek için ve belki de alışılmış olan, düzen gibi görünen kaosu bulandırmamak için.
Bi de "başetmek" nedir acaba bizlerin sözlüğünde? Üstesinden gelmek mi? görmezden gelip, sırtımızdaki sepete bi yenisini eklemek mi? ya da en fenası ,o şeyin bizi çoktaan alta almış olması mI? Biz insanlar pek bi gururluyuz ya. Hani yumruğu yeriz ama acımadıııkiiii acımadıkiiiii derken burnumuzdan kanlar sızar:)
Yeterrrr artık, yumruğu yediğimizde: "acıdı lan eşşolueşşkkkk, hem de çok acıdı, bana bunu yapamazsın, kendime bunu yapamam, ittir git eğer bi daha bunu yapacaksan, verdiklerini de al git, hiç bir şey, hiç bir alışveriş bana bu yaptığını yapmanı makul kılmaz, acıdı işte çook acıdı" diye bağırmalıyız, özellikle kendi kulaklarımız yeterince duyana kadar. Ki o acıyı defalarca yaşamayalım ki, sepetimiz gün be gün taşınmaz kadar ağır olmasın, ki, taşıyalım derken sırtımız bükülmesin. Di mi?