30 Aralık 2010 Perşembe

OHHH SEFAM OLSUN

Kalıplaşmış ama bir o kadar da kült bir cümle bugün pek çok kişinin ağzında dolanacak: "Zaman ne kadar da çabuk geçiyor. Koca bir yılı devirdik. Cık cık cık...."
Hakkaten de devirdik ama. Ne çamlar devirdim ben örneğin çenemi tutamayıp. Ohhh sefam olsun.
Benim için zor bir yıl oldu. Ama çok da güzel üstesinden geldim Allahımın izni ile. Ohhh sefam olsun.
2010 da öğrendiklerim yanıma kar oldu. Artık bazı insan tiplerine nasıl davranmam gerektiğini daha iyi biliyorum. Ohhh sefam olsun.
Cillop gibi, atom karınca bir asistan yolladı bana Tanrım. Ohhh sefam olsun.
Dünyalar tatlısı, akıllı, erdemli 3 kızın güzel, neşeli, entellektüel, zeki annesiyim. Ohhh sefam olsun.
Arslanlar gibi kocam yanıbaşımda, sağlıklı. Ohhh sefam olsun.
Tüy topağı bir köpüşüm var. Ohh sefam olsun.
Şükretmeyi bilen, kıskanç olmayan, dürüst, cesur, atılgan, pozitif hayat enerjisi ile dolu ve "evet yanlış yaptım kusura bakma" diyebilen biriyim. Ohhhhhh ohhhhh sefam olsun.
Canım arkadaşlarım, bu yılı beraberce güle eğlene, paylaşımlarla, sevgiyle geride bırakırken, sizileri tanımaktan çok mutlu olduğumu yazmadan bu yılı kapatmak istemedim. Belki de bu blog ve burdaki çıkarsız dostluklarım son 2 yılımın en güzel şeylerinden biri oldu.
İyiki varsınız. Hepinizi yürekten seviyor. "Mutlu Yıllarrrr Sizeeeee" diyorum.


Muzicons.com

DÜŞESİM VAR


TANRIM,
Beni buraya düşür (ama lütfen sert bi düşüş olmasın). Yanımda kimse olmasın.(Utangaç bir insanım. başkalarının yanında istediğim gibi davranamıyorum falan filan.... Bi de, aslında, en doğrusu...huysuzun biriyim). Sıcak suyum, nescafem ve kitabım yanımda olsun (benimle aynı noktaya düşsünler). Hani şu bana göre sağ sana göre soldaki ağacın yapraklanmış dalının altına yatacağım (iznin olursa). Upuzun uzatacağım bacaklarımı, kollarımı açacağım. Kitap okuyacağım, gerçek sessizlikte (kuşlar, dallar konuşabilir). O güzelim çiçeklerin arasında lala lala laaaala diye koşturacağım.
TANRIM,
lütfeeennnnnnnn.
(Bu arada sana, seni ne kadar sevdiğimi söylemiş miydim, valla bak, bu rüşvet falan değil. Zaten sana da yalan söylenmez ki. Ayrıca yeni yılını kutluyorum. Gerçi onbin milyonlarca (bildiğim en yüksek matematiksel ifade bu kusura bakma) yıldır var olan ve var olacak olan biri için pek bir önemsiz olabilir bu yeni yıl meselesi ama olsun. Bi de 4 tane çeyrek biletim var. Hani aklında bulunsun diye şeyettim. Tamam tamam sustum).

Muzicons.com

29 Aralık 2010 Çarşamba

FARKINDALIK


Kendini gözlemlemenin eleştirel olmaması gerektiğini unutmayın. Kendinizi eleştirmek için gözlemlemezsiniz. Bunu yaparsanız kendini gözlemleme derhal duracak ve içsel kale almak devreye girecektir. Kendini gözlemleme eleştirel yada yargılayan bir şuur değildir= BİR FARKINDALIKTIR. Bu farkındalık sizi suçlamaz; hiçbir şey söylemez; yalnızca kendi içinizde olup bitenleri size gösterir. Hiç kuşkusuz sizi biraz rahatsız edecektir ama bu rahatsızlık "gözlemleyen benden" kaynaklanmaz. Gözlemleyen benin arkasındaki "çalışma benlerinden " kaynaklanır.
Kendini gözlemlemenin tıpkı karanlık bir odada yaktığınız bir ışığın aydınlattığı şeyleri eleştirmiyor oluşu gibi, eleştirel olmaması önemlidir. Amaç ışık ışınının girmesine izin vermektir. Işık ışını içeri girdiğinde pekçok şey kendini değiştirmeye başlayacaktır. Dolayısıyla görevimiz: çalışmanın ışığını içimizde daima arttırmak ve bu ışığı hayatla kendi aramızda daima canlı tutmaktır.
Maurice Nicoll


Giulio Caccini & Paul Pritchard - Ave Maria .mp3


Found at bee mp3 search engine

27 Aralık 2010 Pazartesi

TANRI BENİ DUYUYOR



Joshua Radin - One of Those Days .mp3


Found at bee mp3 search engine

Uzun zamandır aynı şarkıları dinliyorum. Belli bir müzik zevkim var dışına çıkamıyorum. Eeeee sabit toprak burcu:BOĞA:D
Bu sabah bloğuma gelen bir yorum bana çok güzel bir yeni yıl hediyesi oldu. Sevgili ben. bana öneride bulunmuş. Heyecanla dinledim Joshua Garden'ı. tanrımmm tam benlik, yumuşacık, neşeli ama sakin bir ses. Ilık Ilık esen meltem gibi. Sağol sevgili ben. Tanrım sana seslenmiş gene galiba benim için. İkinizi de seviyorum. Ve mutluluğumu sizinle paylaşıyorum.

Sevgili Lale (http://uyuzlardasever.blogspot.com/) çok güzel iki film önerisinde bulunmuş. Hemen defterime kadettim. Ona da burda öpücükler yolluyorum. Muckkkk

Hafta sonu canım kızlarım bana inanılmaz bir kıyak geçti. Bebişi onlara bırakıp, tek başıma dışarı çıktım. Allahım özgürlük ne güzel birşey......uzun süre nefes alamayıp, alamayıp.....derin bir nefes alabilmek gibiydi. Soluğu english home'da aldım. Kızlara patchwork yatak örtüsü alacaktım. Bu arada bereket kuşlarını gördüm. Kendime almıştım; sevdiğim bir dostuma da aldım. Kızlara patiska torbalar içinde lavantalardan aldım. Kendime mis gibi kokan taşlardan hediye ettim. Sıcacık kestane yedim (tabi yine yanımda su yoktu boğazıma oturdu).

Ohhh be hayat güzel, Tanrı beni duyuyor ayrıca duymakla kalmayıp seviyor da:D
Hoşgeldin bnn:D

24 Aralık 2010 Cuma

MUTLU YILAARRR SİZEEEEEE :D


Evet.
Artık daha az hata yapıyorum.
İşin en iyi tarafı (tabi benim için), daha yapmadan önce, yaparken veya yaptıktan sonra bunun farkında olabiliyorum.
Bu sizin işinizi zorlaştıracak:D
Çünkü siz hep benim hatalarımın ardına sığındınız.
Benim hatalarımla kendi sinsiliğinizi, hatalarınızı, pasifliğinizi, hırslarınızı, korkaklığınızı, tembelliğinizi ve iki yüzlülüğünüzü maskelediniz.
Tepe tepe kullandınız hatalarımı.
Kısacası, hatalarımı kendinize mükemmellik maskesi yaptınız.
Artık daha az hata yapıyorum.
Yaptıklarımınsa farkındayım.
Hayatınız bundan sonra daha zor olacak.
Kişiliksizliğinizi benim hatalarımla örtemeyeceksiniz.
Mutlu yıllar sizeeeee.

Bobby McFerrin - Don`t Worry Be Happy .mp3


Found at bee mp3 search engine


22 Aralık 2010 Çarşamba

MUTLU YILLARRRRRR


2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir? 2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı? 2011'e nasıl girmek istersiniz? 2010 yılında yapmayı isteyip yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir?
Diye mimlemiş beni sevgili ebruli.
  • 2010 yılında en mutlu olduğum şey: Kendime dair ve dolayısıyla hayata dair farkındalığımın giderek artıyor oluşunu gözlemlemek. Ve buna katkıda bulunan bebeğim Fatma Pınarıma sağlıklı bir şekilde kavuşmam.
  • 2010 yılı benim için çook zor ve zorlayıcı bir yıl oldu. Sanki beni zımparaladı, çok içim acıdı, çok canım yandı. Sanki hayat beni sıkı bir şekilde salladı durdu, farklı farklı konularla. Umarım bu sallamalarla dökülmesi gerekenler dökülmüştür.
  • 2011 yılına girmekten kastettiğin yılbaşı gecesi ise, neşeli bir şekilde girmek isterim, sevdiklerimle beraber. Ama her nedense o son saniyede, geri sayımın 000000 anında hep gözlerim dolar. Düşünsene bir de milli piyangodan hatrı sayılır bir para çıksa......Allahhhhhhh derim:D
  • 2010 yılında Tanrım bana Fatma Pınarımı gönderdi, doğurmaya karar verdim, şimdi bizimle. Doçentliğe başvurmuştum ama olmadı. Bunu ben yapamadım olarak nitelendirmedim yada onlar yapmadı da demiyorum. Olmadı demek daha doğru belki...Olayları yaptım, yapabildim, yapamadım.. gibi nitelemiyorum. Oldu ya da olmadı.
2011 yılı herkese mutluluk getirsin.
Gary Jules - mad world .mp3
Found at bee mp3 search engine

20 Aralık 2010 Pazartesi

DÖRDÜNCÜ YOL

İzlenimler entellektüel merkez aracılığı ile gelir ve diğer merkezlere aktarılır. İzlenimlerin girdikleri yerde şuurlu bir nokta oluşturmak gerekir. Bir izlenimin doğrudan girmesine izin verirseniz, kendi alışıldık yolunu izleyecektir. Kendimizi gözlemlemek için entellektüel merkezi kullanmamız ve bir izlenimin nereye düştüğünü görebileceğimiz bir farkındalık anı olmaksızın duygusal merkeze düşmesine izin vermememiz gerekir. Dış izlenimlerin etkilerini herşeyden önce zihinsel merkezde kontrol etmeye başlarız. Duyularımız aracılığı ile bize gelen dışsal olay ile normalde göstereceğimiz mekanin tepki arasına "çalışma" girmelidir. Bu hayatın ortasında daha şuurlu yaşamaya başladığımız anlamına gelir.
Maurice Nicoll Yorumlar

14 Aralık 2010 Salı

MAVİ TÜYÜM


Bu kitabın hikayesi çok önemli. En azından benim için. İnsanın birşeyi gerçekten isterse hayatına nasıl çektiği, evrenin onu sizin hayatınıza hediye paketi ile yollamak için nasıl da iş birliği yaptığının hikayesidir bu.
Gurdjieff ve 4.yolla tanışmam yıllar önceydi. Bu tanışmada ilginçtir. Sanki bana ait olan, hayatıma anlam katan şeylerle karşılaşmalarım hep indirekt, sekonder yollarla olmuştur. Başka birşeyin içinde çıkmışlardır karşıma. Matruşka bebekleri gibi. Tanrılar Okulu isimli kitabı okumuş ve beğenmiştim. Kitabın arkasında yayınevinin diğer kitaplarına baktığımda "ivan oshokinin tuhaf yaşamı" isimli kitabı gördüm. Değişik olabileceğini düşünerek okudum. Gerçekten değişikti ve ouspensky ile tanışmama vesile oldu, dolayısıyla 4.yol ve gurdjieff ile. Ve böyle başladı herşey......bu konu hakkında ulaşabildiğim tüm kitapları okumaya başladım. 4.yolu oldukça güzel bir şekilde özetleyen bir kitap buldum. Kitabın her cümlesinde başka bir kitap, kitap serisi refere ediliyordu: Maurice Nicoll, yorumlar. İnternete koştum hemen, kitapları bulma ümidi ile. Ama sonuç hüzün oldu, Türkçe çevirisi yoktu. Öyle çok istedim, öyle çok istedim ki o kitapları okumayı. Yapacak birşey yoktu...Ben 4.yola devam ettim ama....derken birgün, yıllar sonra, kitapsanı gezerken herzamanki rafımın en altında köşede onu bana gülümserken gördüm. Gözlerimi kırpıştırıp, kapatıp açtığımı, şaşkınlığımı bugün gibi hatırlıyorum. Kavuşma anımızı da...onu elime alışımı, hislerimi, onun bana gülüşünü......kaç lira olduğuna bakmadan satın alışımı. 5.ciltlik bir seri bu, diğerleri de çeviriliyor. 2. cildini okuyorum şuan. Ben okurken diğer cilt hazır oluyor. Fırından çıkmış taze ekmek gibi:D
Aynı şeyi Paulo coelhonun "hac" isimli kitabında da yaşadım ve bu sefer istediğim inanılmaz bir çabuklukta bana geldi. Tüm kitaplarını okumuştum, internette araştırdığımda "hac" isimli henüz türkçeye çevrilmemiş bir kitabı daha olduğunu gördüm ve içimden "ahhh birileri bunu da çevirse" dediğimi hatırlıyorum. Galiba o an, beni duyan birisi vardı :D ve birinin kulağına seslendi: şşşt şu paulonun hac isimli kitabını çevirseneeeeee. Yine ben, yine kitapsanı gezerken, ordaydı işte.....heyyyyy. Teşekkürler Duyan.
Aklıma Bach'ın "mavi tüy" adlı kitabı geldi şimdi de. Hayatına birşeyi çekmek iste diyordu, gelme olasılığı zor birşey olsun diyordu. Mavi bir tüy dedi diğeri......Ve mavi tüy onun hayatına geldi.
İşte benim mavi tüylerim.

Hayatımızdaki şeylerden şikayet ederken birkez daha düşünsek (düşünsem) iyi olacak galiba.
Hepinizin mavi tüylerinize kavuşmanızı dilerim.

(şimdi de şu yazılarıma müzik eklemeyi başarabilmeyi diliyorum, birileri duymuştur umarım:D )he he

Yael Naim - Far Far .mp3


Found at bee mp3 search engine


11 Aralık 2010 Cumartesi

DOĞRU


Doğru, "Söylenecek ya da Beklenecek" birşey değildir.
Sadece, "Yapılacak" birşeydir...................

Başkalarından yapmalarını istediğimiz doğruları, İstemektense,Beklemektense, Söylemektense,
Yapmalıyız.

Muzicons.com

8 Aralık 2010 Çarşamba

SEVGİLİ SÜNGER BOB VE SEVGİLİ PATRİCK


Sünger Bob ve Patrick kavga ederler. Didişmeleri esnasında ikisininde pantolonları düşer ve külotları görünür. Pembe Patrickin külodu sarı, sarı Sünger Bob'unki ise pembedir. İkisi de bunu gördüklerinde duraklar. Sünger Bob:
-Heyyy sarı külot giymişsinnnnnnn, sen bana değer veriyorsun:D
Patrick:
-He he giydiğimde sarı değildi:D
Bayılıyorum onlara. En büyük hayalim Bikini Bottomda onlarla yaşamak. Ne büyük bir felsefe........

30 Kasım 2010 Salı

PAUSE

Şu sıralar aklıma, zihnime, yüreğime dolan bir sürü cümle varken yazmak istemeyişim nedendir bilinmez. İstememek de denmez buna; yazamamak belki de sadece yazmamak........
Ama burdayım herdaim. Takipteyim, okuyorum......
Tıpkı hayatı okumaya çalıştığım gibi, belki de yorum da yazmamalıyım...ama yazmak istiyorum bazılarına.......

22 Kasım 2010 Pazartesi

KIZÇELERİM BENİM

Çok şanslıyım çoookkkk.
Dünyalar tatlısı 3 kızım var. Sanki dünyaya gelmemin tek nedeni onlar. Onlarla tanışmak. Onların annesi olmak. Onları izlemek kavga ederlerken, oyun oynarlarken, sohbet ederlerken, gecenin derinlerinde yolculukta, arabanın arkasında, kafa kafaya vermiş uyurken. Fatma Pınar ortada araba koltuğunda, bizimkilere pek yer kalmıyor artık. İkisi de yaslamış başını Fatma hanımın koltuğuna, başbaşa uyuyorlar.
Dönüp dönüp baktım, güldüm, içimden ağladım, dualar ettim.
Hiç ayrılmayalım, şuan dursun. Bu anda kalalım. zamanda ilerlemek beni ürkütüyor. Şuan sığınak gibi, sakin, huzurlu. Fotoğrafını bile çekmek istemedim, uyanmasınlar diye. O resmi yüreğime kazıdım. yarın onlar belki uzaklardayken hatırlamak için yada biraradayken onlara anlatmak için.
Çon şanslıyım çoookkkk.
Dünyalar tatlısı 3 tane kızım var.

4 Kasım 2010 Perşembe

İŞTE ÖYLE

Acıların içinden geçmesine izin verme.
Sen acının içinden geç.

31 Ekim 2010 Pazar

KİM BİLİR?

Alttan almak=Altta kalmak............
belki de
=Yücelere ulaşmak.

Ağırdan almak=Uyuşukluk.......
belki de
=Işık hızı ile ilerlemek.

28 Ekim 2010 Perşembe

ALLAH ALLAH

Nasıl bir şey bu? Bu işler yaptıkça azalan değil, artan türden. Yapıyorum; yapıyorum; artıyor......Hep işler önde; ben arkada.....Hep onlar:1; ben:0. Anlamadım???????

25 Ekim 2010 Pazartesi

MEŞGULİYET

Çok işim var çoookkkkk

19 Ekim 2010 Salı

ARGO İYİ BİŞEYDİR

Dün Papoş hanım pek bir huzursuzdu. Mızır mızır mızırdanıp, kucaktan bırakılınca da mızırdanmalarını ağlamalara dönüştürüyordu. Bu onun için pek alışıldık birşey değil, dolayısıyla ne yapacağımızı şaşırdık. Evdeki herkes yarımşar saat onu oyaladıktan sonra sonuçta herzaman olduğu gibi bana kaldı ona bakmak. Ne yapsam ne yapsam derken, televizyona takıldı gözüm. Türk Malı vardı o anda. Koydum karşısına, beraberce izledik. Vallaha sustu. Henüz yedi aylık olmak üzere olan bir bebek olarak Türk Malını izledi.
Dizide çok fazla argo kullanılıyormuş. Ama naapiim, Papoş sustu işte. Hımmm vicdan azabı çektim mi? HAYIR. Nasıl olsa bugünlerini hatırlamayacak. Tabi ben de ne zaman mızırdasa, eğer Türk Malı varsa TV de izlemesine izin vereceğim. Tabiki (tabiside, ayyy bak bi kere izleyince bile insanın Türkçesi bozuluyormuş) kalıcı hafızası gelişene kadar.

14 Ekim 2010 Perşembe

YAMAN ÇELİŞKİ


Nadir televizyon izleyen biriyim. Geçen gün öylesine kulak misafiri olduğum haber programında bir üniveriste öğrencisinin bir kediye yaptıklarını önce duydum; sonra dehşet içinde izledim. Sonrasında söyledikleri daha da inanılmazdı. Zaten çok alkollü olduklarını, ayrıca o kedinin kendi köpeğine zarar vermiş olduğunu belirtti.........Bana inanılmaz geldi: hayvansever birinin başka bir canlıyı tekmeleyerek öldürmesi. Suçlu alkol mü? O zaman lütfen kendi sınırlarımızı iyi bilelim. Alkolün etkileri bilindik. Herkesde aynı etkiyi göstermiyebileceği de....Eğerki varolduğunu sandığınız vicdanınızı sizden alıp götürüyorsa bu alkol, lütfen uzak durun! Vahşet sevgiden kaynaklanmaz! Köpeğini sevdiği için kedi öldürmek, tekmeleye tekmeleye.........
Bu olayla Türkiyede verilen eğitim ve öğretimin ne kadar anlamsız olduğu birkez daha ortaya çıktı. Üniversitede okuyan birinin bunları yapabilmesi...SBSler, ÖSSler, sınavlar......cebir, geometri, kimya........bunlarla çocuklarımızın beynini doldururken acaba ruhlarını bomboş bıraktığımızın farkındamıyız? Bu boş ruhların böylesi kötülüklerle dolabileceğinin? Bugün bir kediciğe, kendini savunamayacak bir canlıya bunu yapanın yarın bir genç kızın, kafasını kesip gitar kutusuna koymayacağını kim temin edebilir? Buarada, bir fark var mı sanki? ha bir kedicik, yada bizim yavrumuz? Kaynak önemli: canilik, vicdansızlık, vahşet...kime yöneldiği hiç ama hiç önemli değil. Aileye ve devlete burda çok önemli görevler düşüyor. Verdikleri eğitim ve öğretimi mutlaka gözden geçirsinler. Çocuklarımızı birşeyler olsun çabası ile dershanelere, özel okullara gönderirken, mali zorluklara rağmen özel dersler aldırırken.....asıl önemli olanı unuttuk MU???? RUH, AHLAK EĞİTİMİ????????MANEVİYAT??????
Lütfen şu linki bir tıklayın:
http://www.sessizkalmasucaortakolma.com/dilekce/dilekce_detay.asp?id=584
Ben o günden beri düşünmekteyim...Biz nerde hata yaptık????

12 Ekim 2010 Salı

BOŞA GELMEDİK DÜNYAYA

Yaralanan sevgiler nefrete mi döner?
Aldatılan güvenler güvensizliklere mi?
Bilmem
Ama bir süre sonra,
Hepsi bilgi olurlar.
Yol gösteren el feneri olurlar.
Ki,
Bir daha sevgiler yaralanmasın,
Güvenler kandırılmasın.

Eğer tekrar tekrar izin verirseniz yaralanmaya ve kandırılmaya,
Boşa gelmişsiniz bu dünyaya.
Burdan selam olsun
Ey kendini akıllı sanıp; dostluğu acıtıp, kırıp, paralayarak kullananlara.
Bir kere sobelendiniz mi?
Maskeniz düşer;
Çirkin yüzleriniz ayan olur.
İşte o zaman nicedir haliniz.
Daha önce de söyledik.
Her kapı dışarıdan açılmaz.
Her bir terkediliş, kandırılış, yürek acısı,
Kaybettiğim BEN'e bir yol, bir patika oldu.
Size selam olsun.
Göreviniz bitti.
Ne diyor şarkıcı:
Salla, aldatan aldanır sonunda!
Yolla:D

6 Ekim 2010 Çarşamba

HANGİLERİNİ OKUYORUM?NEDEN?

İzleme listemde bloglar var. Orda olmaları farklı farklı nedenlere bağlı olsa da, aslında ortak bazı özellikleri var. Listedeki blogları izlediğim de doğru ama hepsine aynı sıklıkla ziyaret etmiyorum. Bazılarını okuyorum ama yorum bırakmıyorum, bazılarını hergün kontrol ediyorum acaba bugün birşey yazmış mı diyerekten. Bu ortak özellikler neler:
1-İçten olmaları pekçoğunun konuşma dili şeklinde yazıldığının farkına vardım.
2-Kısa olmaları. Ne yalan söyleyeyim, eğer yazı uzunsa anında vazgeçiyorum. Düşündüklerini öz, birkaç cümle ile anlatabilenlere saygı duyuyorum.
3-Pozitif içerikli olması. Ağlak şeylerden hoşlanmıyorum daha doğrusu kaçınıyorum. Hayatımda da böyle insanlardan uzak dururum. Yazıları pozitif, mutluluk saçan bloggerları tercih ediyorum. Üzücü şeyleri de tatlı bir dille, dramatize etmeden, öğtleyici ve kısaca ifade edenleri okuyorum. Daima dram yazanları okumuyorum.
4-Kendini eleştirebilen, kendi ile dalga geçen bloggerlar ve insanlar favorim.
5-Kaliteli espiriler tercih nedenim.
6-Veee en önemlisi fikirler....kim kime ne demiş, ayıp değilmiymiş, vs vs vs beni hiç ilgilendirmiyor. İnsanların bu hayattan çıkardıkları özümsedikleri fikirleri ve öğretileri çok önemsiyorum.
Amaaan canım bize ne neyi okuyup okumadığından diyebilirsiniz. Ama bazen sanat sanat içindir.

5 Ekim 2010 Salı

YAKAMOZ YOLUNUN SONUNDA


Balık çok da güzel değildi.
Ama kötü de değildi.
Manzara çoook güzeldi, göz alabildiğine deniz.
Müzik de çok güzeldi.
Gece olduğunda, ay karşımıza geldiğinde,
İnanılmaz bir yol oluştu denizin üzerinde.
Sanki gümüşten balıkların zıp zıp zıpladığı,
Kıvrım kıvrım bir yol.
Sonu yokmuş gibi görünen,
Aya doğru uzanan.
Gözlerimi kapadım.
Düşündüm....
Yolun sonunda kim olsa çok sevinirdim?
Sonra hayallere daldım...
Çıktım yakamoz yoluna...
Müzik hala çok güzel.
Balığı boşver.
Gümüş balıklar zıplarken ayağımın altında,
Onlardan hiç rahatsız olmadım.
Heyecanla yürüdüm, merakla.
Yolun ucunda kim vardı acaba?
İşte ordaydın.
Herzamanki, seni en son bıraktığım gibi.
Bembeyaz, nurlu yüzün,
İpek gri saçların tıpkı yakamoz yolu gibi.
Kollarını açmıştın, hızlandım,
Yüreğim nasıl çarpıyor bilemezsin....
Ordaydın, bir adım atsam kollarındaydım.
Açmıştın kollarını.
İşte benim yavrum diyordun yanındaki silüetlere.
Onu ben büyüttüm....
Ben koştukça zaman yavaşlıyordu sanki.
Yada bana öyle geliyordu, yolun ucunda sen vardın çünkü.
Hızla koştum, korktum çünkü,
Rüyalarımdaki gibi her an gidebilirdin.
Nefes nefese koştum.
Ordaydın işte...
Bir nefes kadar yakın...
Canımmmmm.
Pamuğum, meleğim...
Babaannem....
Atladım kollarına, hala yumuşacıktılar...
Yakamoz yolunun sonunda ancak sen olabilirdin.
Nasıl da düşünememiştim bunu:D
Yüzün apaydınlık.
Sıkı sıkı sarıl bana, babannemmmm.
Bırakma bu sefer.
Koklayacağım seni doya doya.
Artık biliyorum her yakamoz yolu beni sana getirecek.
Sarıl bana,
Ay daha burda.

27 Eylül 2010 Pazartesi

BIRAKIŞ


Günler geçiyor......
Ben ne yaşarsam yaşayayım, üzülsem de, sevinsem de, başarsam da, başarısız da olsam........
40 yaşında zamanın ivmesi bir başka oluyormuş.
Anladım.
Anlamamın da önemi yokmuş.
Onu da anladım:D
Hep yetişmek üzere peşinde koştuğumuz onca şey.....
Gözüme o kadar da cezbedici görünmüyor.
Sanki herşey vazgeçilebilir, gidebilir.
Yeni birsürü şey gelebilir.
Onlar da gidebilir.
Gidenler gidebilirmiş.
Gelenler hoşgelmiş.
Sonlar "son" değilmiş.

Hızlandırılmış film kareleri gibi.
Ama şuan önemli olan birşey var:
Çünkü yüreğime işliyor.
Maria Mena ve sorry.
Keşke size de dinletebilseydim dediğim.
Artık koşuşturmaktan, yapışmaktan yorulduğumu farkediyorum.
Kendimi evrene (Tanrıma) bırakıyorum.
Hani, tıpkı:
İnanılmaz uykusu gelmiş bir çocuğun kendini yatağına bırakışı gibi.

23 Eylül 2010 Perşembe

EVRENİN SAHİBİ KİM?


İnsanlar sahiplenme kaygıları ve saplantıları ile kendilerine ve çevrelerine inanılmaz zararlar veriyor. Çocukları bile öldürebilecek kadar......hep merak etmişimdir. Nedir bu sahiplenme duygusu diye. Benim olsun, hepsi benim olsun........Bu düşüncelerle insan insan sıfatından sıyrılıp mekanik zarar vericiye dönüşüyor.
Dün odamdan kliniğe geçerken, aniden gördüm evrenin sahibini. Birkaç saniye yetti onun evrenin sahibi olduğunu anlamama. Öylesine dalmıştı ki...onu izlediğimi farketmedi önce. Farkettiği anda, tüm güzelliği ile gülümsedi bana; ben de ona. Utangaç utangaç gülümsedi. İnanılmaz saygı duydum ona. 6-7 yaşlarında, çiçekli elbisesi içinde dünya güzeli bir kız. Belliki muayene olan anne ya da babasını bekliyordu. Koridorda onca karmaşanın arasında çok mutluydu, kendinden geçmişti. 500 ml lik bir su şişesi ile oynuyor ve konuşuyordu.
İşte dedim o an:
Evrenin sahibi bu kız.

22 Eylül 2010 Çarşamba

OSHO

Bir arslan kadar güçlü ve bir çocuk kadar masum olan kişi yıldızlara, hatta yıldızların da ötesine ulaşabilir.
Kendi sesini bulmaya çalışmak neredeyse imkansız; kalabalığın sesi çok yüksek. Ve o kalabalık seni deli ediyor. İkiye bölündün. Seslen onlara: ve şimdi beni yalnız bırakın. Kalabalıkla mücadele etme. Bırak onlar kendi aralarında didişsinler.
Ve herzaman zıtlıkları tamamlayıcılar olarak düşün.
Osho

20 Eylül 2010 Pazartesi

GÜLE GÜLE FAZLALIKLAR


Çöp akademisyen olmuşum da farkında değilim (çaktırmayın, bal gibi de farkındayım ama işime gelmiyordu düzenleme yapmak ve atmak). Bugün biranda karar verdim; gereksiz bütün makaleleri, biriktirdiğim ıvır zıvırları atmaya. Atarken çöpe; yaa ben ne yapıyorum....dedim ama hiç dinlemedim bu sesi.....Ohhhhhh fazla dergiler, makaleler, vs vs......hepsi şimdi çöpte, dolaplarım epey rahatladı. Sırada onları düzenlemek var. Biraz da o sırada atarım (iyi alıştım valla).
Bütün bu işe yaramazları atarken ne düşündüm biliyor musunuz? "Bundan sonra, hayatımda sadece ve sadece o an işime yarayan şeyler ve kişiler olacak. Bir de çok değer verdiklerim, işe yarasınlar yaramasınlar yüreğimde yeri olanlar. Hayatımı gereksiz fazlalıklarla hantallaştırmayacağım. Bu isterse kişi olsun ister nesne. Bakış açımı değiştiriyorum. Biriktirmece yok, alışkanlık usulü ilişkiler yok.
Sözüm söz.
Guguk Sözü.

6 Eylül 2010 Pazartesi

HANGİSİ YALAN HANGİSİ GERÇEK


Soruyorum size;
Bir gün mutlaka herşey ama herşey biter mi?
Yoksa sadece yalan olanlar mı bitenler?
Peki yalandıysalar, nasıl bu kadar da gerçek göründüler?
Şimdi anlıyorum......
Sen sandığım benim yüreğimdi sadece.
El sallıyorum sana.
Yoluma devam etmem lazım.
İster senle ister yalnız.
Aslolan yol.
Yönüm güneşe doğru.
Dudağımda bir ıslık.
Sepetimde bir ders daha:D

1 Eylül 2010 Çarşamba

ZAMAN BİTTİ


Herşeye tanınan bir zaman vardır. Bu zamandan ne daha kısa ne daha uzun beklenir. Şimdi zaman doldu. Zaman dolduğunda da asla hiçbir şey eskisi olmaz.

10 Ağustos 2010 Salı

"Sevmemek" ile "Nefret etmek" i birbirinden ayırt etmemiz gerekir. Sevmemek nefret etmek değildir.. Her sevmediğimiz şey yada kişiden nefret etmek zorunda değiliz. Nefret sevmemeyi kapsayan bir halka değil ki.....Bu arada nefret de bir enerjidir, dışlamamak gerekir.
"Sevmek" belki en önemlisi amaaaa ona gelinceee çok iyi düşünmeliyiz. Nedir sevmek, sevdiğimizi neden seviyoruz?

23 Temmuz 2010 Cuma

SUİZAN

Bazen görünürdeki senaryo bizi öylesine yanıltır ki. Öylesine gerçekçidir ki. Zihin onu hemen kabullenir. Çünkü zihin egodan beslenir. Bu senaryonun üzerine yargılar oluşturur. Kendini tatmin eder. Kırılır, kızar, küser, tavır alır.
Oysa,
Herşey hiç de göründüğü gibi olmayabilir. Böyle durumlarda:
1-Acaba o kişi bunu yapar mı, karakteri buna müsait mi, düşünülür?
2-Daha önce başka birine böyle bir davranışta bulunmuş mu, düşünülür??
3-İnsanoğlu çiğ süt emmiş, herşey beklenir deniyorsa, mutlaka gidilir konuşulur. Böylelikle ne kendi içimizi üzmüş, aklımızı yormuş oluruz, ne de başkasının günahını almış. Ve de en önemlisi, kalp kırmamış, haksızlık etmemiş oluruz.
Benden söylemesi

19 Temmuz 2010 Pazartesi

KİTAP KAPANACAK


Bir sayfa daha kapandı.
Tek bir damla gözyaşı akmadı.
Ne içime, ne dışıma.
Keşke olmasaydı demedim.
Böyle iyi oldu da demedim.
Garip bir tesadüf....
Hayatım küçülsün istiyordum son zamanlarda.
Çabalamaya gerek yok.
Evren gerekeni yapıyor.
Bir bir topluyor etrafımdaki çok değer verdiklerimi, kızgınlıklarımı, nefret ettiklerimi,
Kısacası çıkarmak isteyip de çıkaramadıklarım.
Bu sefer kızgın değilim.
Kırgın da.
Sadece,
Sadece teşekkürler evren.
Giderek küçülecek hayatım.....
Tüm gerekszilikler dökülecek üstümden.
En sonunda bir Ben kalacağım.
Ondaki Ben.
Ve tüm kitap kapanacak.
O yüzden
Diyecek tek bir sözüm yok.
Güle Güle Sana.
Çünkü
Zamanı gelmiş.

15 Temmuz 2010 Perşembe

EBRULİ BENİ MİMLEMİŞ


Zor bir mim aslında bu. Öncelikle kendimle ilgili 7 şey söyleyeceğim; sonra 7 blogger dostumu tanımlayacağım. Karşı komşunla, en yakın dostunla, bahçivanla, köpeğinle ilgili 7 şey yaz deseler, sayfalarca döktürürüm ama konu kendim olunca tutulup kalıyorum. Yine de bir şansımı deneyeyim dedim Sevgili Ebrulinin hatırına. Rastgele:
1-Yukarıda yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere, kendimle ilgili bildiklerim sınırlı. Ama hayattaki en büyük amacımın kendimi tanımak olduğu düşünülürse, bir karınca hızıyla olsa da devam edeceğim. Belki tamamlayamam bu anlamlı yolculuğu. Olsun varsın, kim takar; yolunda ölür giderim ben de.
2-Küçük anlar beni mutlu eder. Mesela mutfak balkonumda oturmak, soğuk, sade soda içmek, hafiften hanımeli kokusunun burnuma gelmesi, bir bakış, bir bakmayış, canın balkondan dışarıyı seyredişi, kitabın kokusu, fıskiyenin sustuğu andaki sessizlik.........gerisi boş gelir bana. (bunu anlamam epey zaman aldı).
3-Sıcakdan nefret ederim (şu günlerdeki sıcaklar düşünülürse, cinlerimle kol kola gezdiğimi tahmin etmek hiç de zor değil). Acaip takıntılıyımdır. Birşeye, birine kafayı taktıysam eyvah....
4-Bazen inanılmaz "salak" olurum. Sanki beynim kitlenir o anda, mekanik olarak salakça davranırım ya da konuşurum. İnanılmaz şeyler yaparım, söylerim. Mesela ürgüp yeraltı harabelerinde atların varolduğunu sanmak gibi (uzun hikaye, ayrı bir yazı konusu), çok iyi bildiğim halde o anda birşeyin bile bile tam aksini yapmak (itiniz diyorsa çekmek ve bunu defalarca tekrarlamak gibi, hani yanağınızı ısırırsınız da bu alışkanlık olur ya onun gibi, aynı hafta içinde iki kere lastiği aynı yere çarparak yırtmam buna en iyi örnektir, sonra eşim o kaldırımı çarpamayacağım şekilde değiştirtti), film koymadan röntgen çekmek gibi, vs vs :D. Ama kendimi seviyorum. Bu salaklıklarımın farkında olmak, onları dışlamamak belki de hayatın salaklığını, anlamsızlığını anlamamı kolaylaştırıyor. (he he iyi kılıf buldum valla).
5- En büyük hayalim bir kitap kafe açmak. Zihnimde kafemin herşeyi hazır. Adı bile belli: Babaannemin Evi. Önemsiz bir eksiği var sadece: para:D (desteklerinizi bekliyorum).
6-Şuana kadar yaşadığım hayatı özetleyecek olursam: karşıma çıkan ve beni üzen şeylerin hepsinin bana neleri istemediğimi gösteren aynalar olduğunu anladım.
7-Yemek yapmayı severim eeee Boğa burcuyum ne de olsa:D, Yael Naim dinlemeye bayılırım (kızlar aynı şeyleri dinlemekten isyan ettiler).
8-Canım tonton babaannemi nasıl özlediğimi anlatacak bir kelime bulmam imkansız.
9-En büyük merakım bir ise : acaba anne sevgisi nasıl bir şeydir? bir anne kucağı nasıl kokar, annelerin masalları büyülü müdür. Kendi çocuklarımda bu merakımı gidermeye çok çalıştım. Olmadı tabiki. Çünkü bu sefer de ben anne idim onlar çocuk. Eh naapalım, bu merakımın cevabını öbür diyara sakladım.
Aaaaa 9 olmuş bile. Bi de hiç bir şey yazamayacağımı sanıyordumD: Galiba birazcık da gevezeyim. He he.
Gelelim 7 blogger dosta:
1-Fortunata:

Güçlü şahsiyet. Sanki "benin" başka mekandaki hali. Sanki bambaşka yerlerde yanyana bir yolu berbarce yürüdüğüm dost.

2-var aslında yok

Henüz onun her yazdığını, her düşüncesini anlayabilecek kadar olgunlaşmamış olsam da yazılarını heyecanla beklediğim dost. Birgün onu daha iyi anlayabilecek konuma gelme umudumu yitirmedim.

3-xibalba

Zeki şahsiyet. Onda kendi huysuzluğumu ama bundan gocunmayışımı görüyorum belki de. Nedense ona çok güveniyorum. Hani birgün birine çok önemli birşeyi danışmam gerekirse, sanırım onu seçerim.

4-sevgili dünlük...

Kocaman bir yüreği olduğuna inanıyorum. Esprileri beni güldürebilen yegane insanlardan biri O. Hem de Fatma Pınarımın dayısı.

5-RUHUMUN PUSULASI

Yazdıklarını okurken içim ürperiyor. O da güçlü yüreklerden biri. Sanki binlerce şeyi bir cümlede yazıveriyor; kalakalıyorum. Kalemi de yüreği kadar güçlü. Galiba aracı kullanmadan direkt yüreği ile yazıyor. Aradaki peredeleri çoktan kaldırmış.

6-bi uyuzun uyuz oldukları

Cadalozun teki işte. Ama kendi ile öylesine barışık ki, öyle dürüst, öyle sevimli ki ki seviyorum onu. Şirin, becerikli şey.

7-Hayattan ve Masallardan Biraz

Beni blogla tanıştıran kişidir Biraz. Zeki, çalışkan, duygulu, kibar ve sade, anlaşılabilir bir dost.

8-SUFİ SAJA

Kocamannnnnn yürek. Canım sufim. Tanışacağımız günü bekliyorum. Bakalım rüyamdaki gibimisin? Peki ben? Bak bakalım rüyandaki gibimiyim?

Blogger dostlarım da 8 olmuş daha birsürü yazasım var ama.... . Elbette sevdiklerim bu kadar değil. Diğerlerini kırmaktan korkarım. Hepinizi ayrı ayrı seviyorum.
Eeeee baya yordu bu mim beni. Artık size kolay gele. Gugukla Papoşdan sevgilerle. Bayyy bayyy. (tabi şimdilik)
:D:D:D

2 Temmuz 2010 Cuma

İYİKİ MİMLEDİN PİNHAN.

Pinhanın yazısını okurken, şuursuzca soruları aklımdan cevapladığımı ve umarım beni mimlemiştir diye aklımdan geçirdiğimi farkettim. Yaşasın sanırım bugün benim dua kapım açık:D Başlayalım efenim:
1. hangi işleri yarım bırakırsın ya da yarım bıraktığın neler var?
Ben de Pinhan gibi yeterince iyi yapamayacağımı düşündüğüm şeyleri sallar dururum. Salladıkça dev olurlar ve ben de stres olurum. Bir de yorgun ve uykusuzsam hiç bişey yapmam. Dinlenirim. İsteyenler beni tembel olarak tanımlayabilir.
2. yakın zamanda kaybettiğin biri var mı?
Ölüm anlamında yakın zamanda olmasa da çok fazla kişiyi kaybettim. Son zamanlardaysa hayatımdan çıkardığım 3 kişi oldu. Çıkarttıktan sonra anladım ki, benim için tam anlamı ile yükmüşler. Onlar bana neyi istemediğimi öğretmek için varmışlar.
3. en ağır bulduğun, sana dokunan bir yemek var mı?
Yemek seçmem ama yağlı yemek yiyemem.
4.cinsellik ve aşk anlamında unutamadığın biri var mı?
Aşık olduğum adamla evlendim ve 3 tane tatlı kızımız var:D

5. çocukken sevdiğin çizgi filmler?
Tom ve Jerry, Ayı Yogiyi en çok da charlie brown'ı severdim, ayrıca pembe panteri de hiç sevmezdim.
6.bloggera ne zaman kayıt oldun, kim vesile oldu?
1.5 yıl oldu. Vesile olan Biraz (hayattan masallardan biraz). Onun bir yazısını milliyette okuyunca karar verdim. Biraza teşekkürü borç bilirim.
7. Çok paran oldu, neler yaparsın?
Hayalimdeki kitap kafeyi açar, keyfime bakarım, sık sık tatile giderim.
Hoşuna giden herkes kendi kendine mimlensin:D

19 Haziran 2010 Cumartesi

MERHABA ANNEMİN DOSTLARI







Fotoğrafları bir türlü bilgisayara atamadığım için Fatma Pınarı sizinle tanıştıramamıştım. İşte benim Fatma Pınarım. Diyorki: Hepinizi annemin karnından tanıyor ve seviyorum. Ellerinizden öpüyorum.

16 Haziran 2010 Çarşamba

İNCELİKLER


Buralarda 3 ayların başlangıcı "şivlilik" adı altında kutlanır. Gece çocuklar, hatta büyükler fener alayı yapar. Kağıttan çeşit çeşit fenerlerin içine mumlar koyar yürürler. Ertesi gün çocuklar kapıları çalar "şivlilikkkk" der; evin sahibi onlara şeker, çukulata, gofret, lokum nevi şeyler ikram eder.
Bu akşam eve girerken çocukların fener alayı yaptığını farkettik. Babaları zaten bizimkilere horozlu bir fener almıştı bile. Bizimkileri kapıda gören karşı komşumuz, Emine Abla (ki kendisinden ve çocuğu olmadığından geçenlerde size bahsetmiştim) bizim Sinemi (mor menekşe olurlar kendileri) yanına çağırmış. Sinem eve elinde 2 tane fener ve mumlarla döndü: Emine teyze bunları verdi,dedi. Çocukları fener alayı yaparken görmüş ve sinemim de katılsın fener alayına demiş.
Canım Emine Abla, sevgiyi fedakarlığı, inceliği bilmek için doğurmak ve hatta büyütmek gerekmediğini gösterdin bize. Nasıl içim yandı sana bir bilsen, ağlattın beni. Nasıl istedim senin de çocukların ve torunlarının olmasını. Ama bir yandan da asıl, çocukları olup yüreğinde senin kadar sevecenlik taşımayanlara üzüldüm. İyiki varsın Emine Abla, inceliklerinle dünyamızı ışıttın; fenerler karanlık gökyüzünü aydınlatırken.
Rabbim,
Hani anlar vardır, kısacık, bir soluk hızında ama yüreği minnete boğan. Buda öyle bir andı. Gönlümüze sevgisiyle mutluluk veren ve bize örnek olan Emine Ablamıza mutluluklar ver. Hiç yalnızlık çekmesin, hep ektiği sevgi tohumlarını biçsin.
Guguk Kulun.

12 Haziran 2010 Cumartesi

BİR SBS SONRASI

Bir SBS ailesi olarak abartmadan erken yattık dün gece. Herbirimiz yataklarımızda birbirimizden habersiz uyuyamadık, debelendik, dualar ettik hem yavrumuza hem cümlenin yavrularına. Mor menekşem yanımda yattı. Ablası onun için bir sürü dualar okumuş. Ezanlardan sonra mor menekşe de ben de sebepsiz uyandık ama itina ile uyuyamadığımızı birbirimizden gizledik (güya). Papoş hanımsa yanımızda mışıl mışıl uyudu Türkiyenin anlamsız eğitim sisteminden şimdilik habersiz, memesi ağzında. Birkaç gündür yavrucağızımın yüreği pır pır, göğsüne sığmaz olmuştu da belli etmemeye çalışıyordu.Gece herkes ayrı ayrı dua ediyordu. Babası, ben ve ablası o üzülmesin istiyorduk, mutlu olsun istiyorduk. Alacağı puan bizim için hiç önemli değildi. Birtek önemli olan onun nazenin yüreciğiydi bizler için. Ama biliyorduk ki o bizden gizlese de iyi bir puan almak istiyordu. O ise biliyordum ki dua ediyordu: Allahım ne olur, iyi bir puan alayım ailem mutlu olsun, emeklerimiz zayi olmasın. (şuan gözlerim doldu). Gece rüyasında kendini sınavda görmüş hep. Sabah artık hakikaten telaşlı ve gergindi. Biran önce sınav salonuna gitmek istedi hep. Zayıftır benim mor menelkem, çıtı pıtı, yüreği de bir o kadar nazenindir. Onu sınav binasına uğurlarken, sarılırken, sabahın o saatinde güneş gözlüklerim gözümdeydi, ağladağımı görmesin diye. Anneler sessiz sessiz ağlamayı iyi becerir. Düşündüm içim yandı yavruma, yavrulara. İnanın robot gibiydi hepsi, sanki çocuk değildiler, ruhları küçülmüş, buruşmuş grileşmişti, tıpkı momodaki gri adamlar gibi. Anneler babalara ablalara abilere baktım, hepsi benimle aynı durumdaydı. Herkesin elinde bir şişe su, şekerler, dudaklarda dualar, gözlerde ümitler. Arabayla sınav yerine giderken, yanımızdan geçen arabalara baktım çoğu sbs ailesiydi. Hepine el sallamak istedim, hepsine korna çalmak istedim. Keşke hep birlikte muhteşem bir pikniğe gidiyor olsaydık dedim içimden. Sonra şükrettim biryandan. Yavrumuz sağlıklı, yanımızda dedim. Ama bir yanım hep isyan etti bu yaşananlara. Oncağızımı içeri yolladım. Daha 12 yaşında, sırtında büyük bir yükle. Bir yıldır yaşadığı yorgunluğu, stresi, kilolarca ağırlığındai çantasını, geceleri dershaneden dönünceki bitmişliğini...Oturduk spor salonuna, kimi örgüsünü getirmiş, kimi kitap okuyor, kimi yanındaki aile ile sohbet ediyor...kimi benim gibi açmış dua okuyor. Zaman geçmezki başka türlü, Rabbimle hasbihal etmeden. Önümdeki kadın: ufff zaman geçmek bilmiyor dedi. Ben de: içerde ter dökmekten iyidir deyince gülümsedi. Papoş hanıma gelince pusetinde kah etrafı izledi kah uyukladı, ablacağızını bekledi. Saat onbir çeyrek olunca salon boşalmaya başladı. Herkes ciğerparesini kapıda bekler oldu umutla. Bazılarının elinde fotoğraf makinası, telefonlar vardı; çıkış anını ölümsüzleştirmek için. Ben de fotoğraf makinasını çıkarınca, sarı papatya: amaan anne sanki hatırlamak isteyeceği bir an da, fotoğrafını çekeceksin dedi, herzamanki mantıklılığı ile. Ona boşuna kapıya bakma, bizimki zil çalmadan asla kağıdını vermez ve yavaştır, çabuk gelmez dedim. Güldük. Nitekim haklı çıktım, ortalık sakinledikten sonra göründü kapıda çıtır pıtırım. Tabiki çektim resmini. Sabah kapıdan çıkarken de çekmiştim. Hepimizin gözü, gözünde. Acaba mutlu mu mutsuz mu. Hiç bir şey sormadık. Neyapmak istersin dedik. Ama keyfi iyiydi, gezmek istedi. Ohhh çektik içimizden. Biz yemeklerimizi sipariş ettiğimizde, babası telefonla internetten cevapları öğrenmişti bile, kontolleri yapıyordu. heyecandan duramadı orda, ben gidip gezeyim dedi. Hepimizin yüreciği pıt pıt attı, neolur Allahım dedik ne olur mor menekşemiz mutlu olsun. Şükür rabbimize 2 yanlışı var. Koştum yanına söyledim. Hem seviniyor hem de o yanlışları da yapmasaydım keşke diye hayıflanıyor yavrum, dikkat hatası yapmışım diyor. Biz ona: şükret yavrum, bu sınava girebilecek kadar sağlıklıydın ve sınavdan da sağlıkla çıktın, bize bu yeter. Aferin sana sonucunda çok iyi dedik. Sarı papatyam anlattı babası ile beklerken bir çocuk çıkmış, ailesi nasıl geçti deyince sevinçle matematikten en fazla 5 yanlışım var demiş çocuk. Sonra öğrenmişlerki yavrucağız hem çalışır hem okula gidermiş ama çalışması nedeni ile devamsızlıktan sınıfta kalmış. İçimiz acıdı, keşke bırakmasalardı, keşke birileri ona destek olsaydı da çalışmak zorunda kalmasaydı dedim. Hem içimiz acıdı hem halimize şükrettik.
Ufff anlat anlat bitmez. Hala gözlerim doluyor.
Size sesleniyorum ülkemizin yöneticileri:
"Onlar daha çocuk sayın hükümet yöneticileri, sayın Milli Eğitim Bakanı. Siz de annesiniz sanırım, bizi anlar mısınız ki?" Bugün etrafımda gördüklerim çocuk değildi sanki, robot gibiydi. Ailelerin yüreklerindeki telaş gözlerine dillerine vurmuştu. Ordamıydınız? Görmüyor musunuz??. Çocuklara ne yaptığınızın farkında mısınız?. Onlar biliyor musunuz ki bir daha hiç çocuk olmayacaklar, hiç 12, 13, 14 yaşında olmayacaklar. Büyüdüklerinde sek sek oynamak, top oynamak, sokaklarda koşmak istemeyecekler bir daha. Sayın yöneticiler çocuklarımızı görüyor musunuz? Onlar bu güzel cumartesi sabahı pikniğe gidecekleri yerde sizin tercihleriniz nedeni ile bu stresi yaşadı ve yıllarca yaşayacaklar. Görebiliyor musunuz???

11 Haziran 2010 Cuma

SBS


2 yıl sarı papatyanın SBS stresini yaşadık. O bitti 3 yıl mor menekşeninkini yaşayacağız.....Artık gonca gülümün zamanlarına ne düşünür bilinmez yüce MEB.....Yarın mor menekşem SBS ile müşerref olacak. Benimse 3. SBS anneliği tecrübem. İnanamıyorum böyle bir sınavın varlığına. Çocukları bu yaşta bu sterse sokup, dershane bağımlısı yapan, yetmeyip özel derslerle cüzdanlarımızı boşaltan, cüzdanlarımızı kemirmekle yetinmeyip bizi de strese sokan MEB'na yürekten "teşekkürü" borç bilirim (Nimet Hanımın kulakları çınlamıştır umarım, en gıcığından). Hele hele bizim küçücük çocuklarımızı ince elekten geçirip, çocukluklarını mahvedip, onları eğitecek olan öğretmenleri çocuklarımızın seviyesine göre ayarlamayan MEB'na inceden "selamlarımı" yolluyorum.Umarım, birgün bu yanlışlıklara son verilir. Ve çocuklarımız, sınav stresi olmadan eğitimlerine devam edebilirler.

8 Haziran 2010 Salı

YERİNE GETİRİLECEK SÖZ


Bugün bir sözüm var yerine getirilecek, önce kendime sonra sevgili Sndrfknella'ya. Belki de evrene verilmiş bir söz taaa önceden. Belki de hayata gelmemin tek nedeni bu önemsiz gibi görünen ama pek önemli olan şey. Karşı komşum: Emine Abla, dünya tatlısı, sevecen, canayakın, güler yüzlü, eli açık Emine Abla. Bana istemeden sardunyalar veren Emine Abla (ki şuanda tam da karşımdalar). Çocuğu olmamış Emine Ablanın. Bense bildiğiniz gibi yakınlarda 3. kızıma sahip oldum. Elbette ziyarete geldi. Ben çocukların evi çok dağıttıklarını, kıyafetlerini oraya buraya attıklarını anlatırken tamda: boşver atsınlar, ne güzel işte, atsınlar bırak dedi. Durdum kaldım; anlamıştım kırdığım potu ama geçmiş olsun. Yüzünde o hüzün, şefkat, kabullenmişlik, tevekkül ve bütün bunların getirdiği yücelik duygusu karışımını gördüğüm anda anlamıştım. Emine Abla dünyalar tatlısı; her gördüğünde: hadi gir bir çay içelim der. Ve lakin benim heeep yapılacak işlerim vardır. Kibarca bahanemi belirtip, giderim. O olgunlukla karşılar, bilir aslında belki bunların birer bahane olduğunu ama öbür sefere yine güzel davetini yapar. Sndrfknella'nın yazısını okuduğumda, içim bir hoş oldu, sizlerde okuyun (http://eyvahyasotuzbes.blogspot.com/). Mutlaka çevremizde o Teyze gibi birileri vardır ama bizim de heeep işlerimiz (bahanelerimiz) yoğundur. Ve bir gün onlar yapayanlız uçuverirler gerçek mekanlarına. Ne acıdır yapayanlız ölüvermek. Yazarken bile tüylerim ürperiyor. Kimse böyle bir gidişi haketmez. Herkesin hakkıdır ardından bir el sallaması, şefkatle bakan bir göz, elini tutan bir el.
Bir film izlemiştim idama mahkum bir katile, bir rahibe veriyorlar. Ölüme kadar olan sürecini daha kolay geçirsin, belki yaptığından pişman olsun ve belki affedilmiş olarak gitsin diye zoraki ölümüne. İlk başlarda rahibeyi istemiyor ama sonra onsuz olamıyor. Aslında o bir katil, vahşice birini öldürdü ama film boyu onun acısını, korkusunu izleyince ona acıdığımı farkedip ve onu anladığımda ne kadar korkunç bir durumda olduğunu görüyorum; yüreğim daralıyor. Ölüme giderken rahibe onun için dua ediyor, ağlıyor, gözleri gözlerinde.........Bence, kim bilir, yazarken bile düşünüyorum hala ama sanırım herkes bunu hakediyor.......
Bi düşünün... Belki de sizin de yakınlarınızda bahaneleriniz nedeni ile gözardı ettiğiniz yalnız bir teyze, amca, ......., kadın, çocuk, kedicik vardır. Bir zamanlar evrene verdiğimiz sözü tutsak...Ne güzel olur dimi?
Ben şimdi Emine Ablaya gideceğim, hoşçakalın.

5 Haziran 2010 Cumartesi

OSHO


Çok uyanık olmadıkça, özgür bir şekilde hareket edemeyeceksin. En iyi ihtimalle, hapishane değiştirirsin. Birinden diğerine geçersin ve ikisi arasındaki yürüyüşten keyif alabilirsin. Dünyada olan da budur. Hapishane değiştirmenin verdiği küçük bir özgürlük hissi vardır. Bir hapishanden diğerine -aradaki yürüyüşte- kendini iyi hissedersin. Sonra yine aynı tuzağa düşersin, farklı bir isimle. Tüm ideolojiler bir hapishanedir, onların farkında ol.
Osho

2 Haziran 2010 Çarşamba

SOBEEE

Oturup düşündüğümde, daha doğrusu rahmetli dedemin dediği gibi "şapkamı önüme koyup düşündüğümde" aynı olayı en az iki farklı şekilde değerlendirebiliyorum. Bazen, bu iki değerlendirme birbirine taban tabana zıt olabiliyor. Bazen, en sonunda düşündüğümde bu farklı alternatiflerin bir noktada birleştiğini görüyorum. Ama sanki son zamanlarda, bu farklı bakış açılarında iki farklı kişiyi görür oldum. Biri daha baskın. Diğerine pek fırsat tanımıyor. Daha acımasız, sivri dilli, olayları negatif yönüyle gören, eleştiren, yargılayan, kınayan. Sanki ortalığı sarmış; tıpkı ayrık otu gibi. Seviniyorum; en azından onu diğer otlardan ayırtedebildim. Zararlı olduğunun; sinsice tüm güzellikleri sarıp boğduğunun farkındayım. Ama henüz tüm bahçeyi kaplamış değil. farkettim ki, birini yargılama fikri o anda aklından geçtiğinde acaip bir haz duyuyor. Böylelikle diğerinin kendi kendisini yargılamasına ve özeleştiri yaparak farkındalık sahibi olmasına engel oluyor. Çünkü eğer buna engel olmazsa yaşama amacı kalmayacak, kuruyup gidecek. Artık onu sobeledim:D Elbette bir tarlayı ayrık otlarından öyle hemence temizleyemezsiniz. Öyle bir kök salar ki toprağa, o kadar hızlı, kolayca yayılır ki. Oysa zordur meyve yetiştirmek. Zahmet ister, emek ister, su ister, güneş ister.....Ama çok tatlıdır. Sobelendin içimdeki yargılayıcı, kınayıcı, eleştirel ben. Seni dışlıyor değilim. Belli ki içime mevzilenmişsin, yayılmaktasın. Ama seni gördüm ve olumlu benin de farkındayım. Belki sizler gibi daha bir sürü bencik daha var içimde. Hepinizi görüyorum:D

28 Mayıs 2010 Cuma

GUGUĞUN RÜYASI

Rüyamda blogcular istanbulda buluşacakmışız. Bir kalabalık bir kalabalık.........Biri beni hemen tanıyor: aaa evet guguk kuşu...., siz beni hatırladınız mı? diyor ama nafile ben birtürlü hatırlayamıyorum onu. Ben "hayatın anlamı" diyor biraz kırgın biraz üzgün. Aaaaa diyorum evet hatırladım, yorum yazmıyorum belki ama sizi okuyorum...gönül almacasına. Keşke diyorum bloglarımızın isimlerinin yazılı olduğu yaka kartlarımız olsa. Sonra çıkıp bildiğim blogları sayıyorum, deliler gibi merak ederek, tanışma arzusu ile: ilk aklıma gelen " ruhumun pusulası " oluyor sonra "xibalba" oluyor ama neyazıkki onlar gelmemişler sonra "sufi saja" diyorum ve yaşasın sevgili sufim, nam-ı değer tontini hem de eşiyle birlikte orda. Nasıl kucaklaşıyoruz bir görseniz; tam düşündüğüm gibisin sufim diyorum ona.
İşte böyleeeee, blogla yatıp blogla kalkan guguk

22 Mayıs 2010 Cumartesi

PAPOŞLA ANNESİ (1)

Çok tatlı bir papoş varmış. Annesini emerken hep annesi ile gözgöze bakarlarmış. Annesi ona sıkı sıkı sarılırmış. Papoş birden bırrtttt yapmış:D annesi gülmüş. "Seni gidi sen mi yaptın bu bırrrtı " demiş. Papoş gülmüş. Annesi gülmüş. Papoş bir bırttt daha yapmış ve gülmüş. Öğrenmiş; bırrtt yapınca gülünür. Annesi de gülmüş. İyi ki papoş varmış.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

ANLAMAK, KABULLENMEK

Benliğimizi yakan, sınırlarımızı zorlayan şeyler bizi rahatsız eder ve mümkün olduğunca onlara karşı savunmaya geçer yada kaçmanın yollarını ararız.
Oysa ondan kaçmak, kurtulmak yerine acaba anlamaya mı çalışmalıyız?
Kabullenmek demiyorum. Anlamak ve kabullenmek ayrı mekanlar. Kimbilir belki de anladığımızda kabulleniriz, ki o zaman bu yine kabullenmek olmaz, kabullenmek bir zorlama içerir ama anladıktan sonra hiç bir zorlama yoktur.
Acaba bizi zorlayan şey niçin karşımızdadır? Madem Tanrı bize taşıyamayacağımızdan fazlasını yüklememekte, o zaman bunu taşımalı ama taşırken anlamaya mı çalışmalıyız?
Bu zorlama hayatımızda neden var?
Yoksa bizim simyamız mı olacak.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

KAYBOLUP GİTMEK


Hani sıkı sıkı tutunursun dala, aşağısı dibi görünmez uçurumdur. Rüzgar sallar, dal elini keser, yavaş yavaş ellerin tutamaz olur. Kanıyan elinle daha bir sıkı tutunursun, tutunursun çünkü sana tutunan daha başkaları da vardır, canından öte, yüreğinden kıymetli. Ama rüzgar çok kuvvetlidir, yaraların çok acılı. ???? Sonra, biran bırakayım, ne olursa olsun dersin, kaybolup gitmek istersin boşluğun içinde, boşluk seni yutsun istersin, sanki hiç yaşamamış gibi...ama gidemezsin
Bu illüstrasyonu bugün sevgili Fortunatanın yazısında gördüm, Anlatmak istediklerimi tanımlar belki diye düşündüm. Ekledim.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

ASIN DA BİTSİN İŞKENCE

Çok başarılıyımdır suçluluk duymakta:D Bu konuda bana nobel, altın portakal.....her ödülü verebilirler:D Birşey isterken bile "keşke istemesem mi", birşey aldığımda "keşke almasaydım", "keşke demeseydim", ""hay allah kırdım galiba", "benim yüzümden oldu", "hiçbişeye yaramıyorum"......ve bunun gibi binlerce ama binlerce cümle kafamın içini doldurur, beynimi kemirir, ruhumu öldürür ama kendime engel olamam.
Öyle çok suçluluk duyarım ki, suçluluk duyduğum için bile suçluluk duyarım.