31 Ekim 2011 Pazartesi

RAHVAN RAHVAN



Öğleden sonrası rehavetinin yanında iyi gider.

KAHVE BAHANE


Dönüp dolaşıp bu filme takılıyorum. yeniden izleyesim var da vaktim yok ki:( Ben de müzikleri ile idare ediyorum. Aslında film bahane, benim de kaçıp gidesim var ormanlara, kaybolasım var. Reçine kokusu, odun kokusu burnumda tütüyor. Sobaya kozalak atasım var. Bekle beni Köroğlu dağları birgün geleceğim sana.

30 Ekim 2011 Pazar


Şu soğuk pazar gecesinde, çayınızla ya da kahvenizle, belki bu müziğin eşliğinde kitap okursunuz diye düşündüm.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Oh my God I see how everything is torn in the river deep And I don't know why I go the way Down by the riverside

When that old river runs pass your eyes
To wash off the dirt on the riverside
Go to the water so very near
The river will be your eyes and ears

I walk to the borders on my own
To fall in the water just like a stone
Chilled to the marrow in them bones
Why do I go here all alone

Oh my God I see how everything is torn in the river deep
And I don't know why I go the way
Down by the riverside



25 Ekim 2011 Salı

KOZAYI YIRTMAK ZAMANI


Sıkışma noktasına gelmek lazım, sıkışıp boğulmak lazım ama sıkışıp, boğulup vazgeçmemek lazım. Kelebek olmak lazım, kozayı yırtmak lazım, uçup gitmek lazım güzel diyarlara, özgürce. Dibe vurmak lazım, vurup, zıplayıp, tepelere çıkmak lazım. Sallanmak lazım, sarsılmak lazım. Hani kendinizi kaybettiğiniz anda sevdiceğiniz sizi omuzlarınızdan sallar, sarsar ve hatta ki kendinize gelmezseniz yüzünüze sıkı bir tokat aşkeder ya.... o cinsten. SEVDİCEĞİMİZ sarsıyor bizi, sallıyor, tokatlar atıyor. Hadi Türkiyem dibe vurup zıplamak zamanı, kozayı yırtıp kelebek olmak zamanı, güzel diyarlar bizi bekler........

24 Ekim 2011 Pazartesi

KÜÇÜK BİR KAÇIŞ



Zor günlerdeyiz....Belki küçük bir kaçış iyi gelir diye düşündüm.

21 Ekim 2011 Cuma

AYAĞINA TAŞ TAKILMASIN


Dün akşam Fatma pınarı gezdirme bahanesi ile İremle alışveriş merkezinde buluştuk dershane çıkışında. Dönerken başka bir alışveriş merkezinden eşimin pantolonlarını alacaktım. Arabayı park ettim. İrem, anne biz inmeyelim, sen al gel ama radyoyu açık bırak, şimdi sen gidince fatma Pınar zırlar dedi. iyi dedim, pantolonları 10-15 dk içinde aldım geldim. Kontağı çevirdim: tık... O saniye anladım akü bitmişti! Haydaaaa saat gecenin 10'u, Fatma Pınar mızıldanıp duruyor, alışveriş merkezi kapanıyor.......ve aküm bitti. Hemen arabadan çıkıp arabasına yaklaşmakta olan bir beyden yardım istedim ama aküyü şarj etmek için gerekli olan kablo ikimizde de yoktu. Birkaç kişiye sorduk onlarda da yoktu. Adam en parlak fikri buldu o anda: hanımefendi praktikerde de vardır hemen alın, hallederiz. Koşa koşa gittim ama alışveriş merkezi kapanıyor, içeri kimseyi almıyorlar. Rica ile dış kapıdan girdim, bu sefer bayan görevli beni praktikere almıyor, durumu anlattım, hala direniyor, o anda: bakın hanımefendi arabada bebek ağlıyor, aküm bitti, hiç tanımadığım bir adam bana yardım etmek için bekliyor ve saat 10, eğer beni içeri allmazsanız, inanın ki burda çingar çıkarırım....beni hemen içeri aldı! ordan hemen bir kablo kapıp, ödeyip arabanın yanına koştum, fatma pınar hala ağlıyor...adamcağız beni bekliyor gitmemiş. Park ettiğim yerin konumu nedeni ile kablo ikimizin arasında yetişmiyor, arabayı itelemek lazım ama bizim araba otomatik ve park konumunda. Neyse bi şekilde arabayı park konumundan çıkarıp iteledik. Ondan sonrası çok kolaydı, tak kabloyu, çalıştır arabayı...Ne dualar ettim adamcağıza, iki çocuğu ve eşi arabada beni beklerken beni orda bırakıp gitmedi, bana olabilecek en güzel aklı verdi ve yardım etti. Saat bittiğinde 10.30 olmuştu.  Bu yaptıklarından elde edeceği maddi bir kazancı olmamasına karşın, nazikçe, alçakgönüllükle bana yardım eden bu insan için sana yalvarıyorum Tanrım: ona ve ailesine dert gösterme. Sonra arabalarına gidip ayrıca sabırla bekleyen, dırıldanmayan, çemkirmeyen, bir başka bayana yardım eden kocasına kıskançlık etmeyen o harika eşine teşekkür ettim ve helallik diledim. Arabaya bindim, yol boyu dua ettim insanlara. Ağladım ve allahım zor günlerdeyiz, ümidim bittiği yerde nasıl da bana ümit ışığı yolladın dedim. İnsanlara olan güvenim bizim akü gibi sıfırlanmışken bana bir melek yolladın hem arabanın aküsünü hem benim ümit akümü şarj ettin, ve böyle insanlar hala var, çok da yakınında dedin. Sadece ismini sormuştum beyefendiye, Haluk demişti, onunla ilgili tek bilgim bu. Sevgili haluk bey bizim oralarda bir söz vardır:
AYAĞINA TAŞ TAKILMASIN.

20 Ekim 2011 Perşembe

BAYRAKLARLA DÖŞEYİN YURDUMU

Bugün hava açık ama çok soğuk. Sabah düşündüm: acaba yurdun diğer yerlerinde nasıl. Çünkü Türkiye 4 iklimi yaşayabilen bir ülke, Erzurumda kar yağarken, Antalyada denize girilebilir. Çünkü bu yurdun toprakları gürcünün, türkün, lazın, kürdün kanları ile sulandı. Öyle bir vatan ki, bu kanların herbiri herbiryerde farklı farklı çiçekler açar, herbiri farklı renkte, farklı kokuda, farklı güzellikte. Yurdum bu yüzden güzel, bu yüzden mübarek, bü yüzden başımızın tacı.  
Bugün yağmur yağmasın istedim. bilirim köy mezarlıkları çamur olur yağmur yağınca. İçim kabul etmedi. Dün akşam eve gidince yavrumu kucaklayamadım, elim varmadı, yüreğim varmadı. şehit annelerini düşündüm. Bu bayram yavrusu elini öpemeyecek olan anneleri. Bayrakları çıkardım dolaptan, yüreğim yandı. Konuşamadım sessizce verdim kızıma, balkonu gösterdim. O da hiç konuşmadı, birbirimize bakamadık. Asdık bayraklarımızı farklı farklı camlarımıza. Canlarımız için astık camlarımıza. Sustuk hiiiç konuşmadık. Biri bir kelime etse yas sel olup akacaktı, gözyaşları sel. İsyan dolu yüreğim, acı değil artık koca bir isyan.. bağırasım var, tepinesim var, ağlayasım var, başımı duvarlara vurasım var....Hergün yavrularımı okula, dershaneye yolluyorum. İçim korku dolu. En kötü şey insanın güven ve ümidini yitirmesidir ki ben bu konuda yitirdim inancımı, ümidimi, güvenimi.
Sevgili Absalom. 24 güvercin eve geri dönemedi demiş, o şanlı 24 güvercin esas evlerine döndü, Rableri nin kucağına emanet oldular ama ya yuvadaki anne kuş, baba kuş, yavru kuşlar, eşler onların hali nice olacak????? TOPRAK AĞLIYOR BUGÜN, DAĞLAR AĞLIYOR, KUŞ AĞLIYOR, KÖPEK AĞLIYOR. TOPRAK HİCAB EDİYOR UTANIYOR O TAZE BEDENLERİ İÇİNE ALIP ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE. BU GECE ŞEHİT ANALARI NASIL UYUSUN. ANA YÜREĞİ EVLADIN ÖLDÜĞÜNÜ BİLMEZ, ANLAMAZ. ÜŞÜR YAVRUM DER, KORKAR CİĞERİM DER.......HERGÜN YİNE DE BEKLER, KAPI ÇALAR DA GELİR DİYE, SEVDİĞİ YEMEĞİ YAPAMAZ O GELMEDEN. ANA YÜREĞİ EVLADIN UÇUP GİTTİĞİNİ BİLMEZ, ANLAMAZ. TOPRAK UTANIYOR BUGÜN, O GÜVERCİNLERİ İÇİNE ALMAYA. DAĞLAR AĞLIYOR, TAŞLAR, HAYVANLAR, VATAN AĞLIYOR, ATALARIMIZ, ŞEHİTLERİMİZ AĞLIYOR BUGÜN. ANNEYİM, YÜREĞİM YASLI. ŞEHİT ANNE VE BABALARI AKLIMDA, BOĞAZIMA LOKMA DÜŞMÜYOR.
Sabah bayraklar asılıydı. yetmedi içimdeki hıncı yenmeye; her ev asmalı, her ev her camına asmalı, bayrak giyip gezmeliyiz......içimde bir bomba var sanki, sanki o hainler asıl bombalarını yüreklerimize koydular, patlatmamak için çaba sarf ediyorum ama ya patlarsa.......
Bayrağımızla donatın heryeri. Bayrağımızın kırmızısı şehitlerimizin kanı, beyaz ay ile yıldızı hala yüreğimizde öldürmemeye çalıştığımız ümidimiz olsun. Bu SON OLSUN NEOLUR BU SON OLSUN.

19 Ekim 2011 Çarşamba

YÜREKLER PARAMPARÇA

Diyecek söz de kalmadı. Allahım vatanımız, bayrağımız, askerimiz, polisimiz, öğretmenimiz, çoluğumuz çocuğumuz sana emanet.

Serabın satırları:
Bugün 19 Ekim 2011 Çarşamba
Bugün benim ülkemde;
26 çocuk, 26 can, 26 genç insan kendi vatanlarında,
vatan topraklarını korurken öldürüldüler.
Tek suçları vatanı korumaktı.
Biz 19 Ekim 2011 tarihini unutmayacağız.
Onları unutmayacağız.



Kaybımız büyük acı ama bunu unutmak ise acıdan da öte: HAİNLİK.

 

17 Ekim 2011 Pazartesi


Bu şarkıyı dinlerken yeni çıkmış bir makaleden öğrencilere ders notu hazırlıyordum. Biran aklımdan şu düşünce geçiverdi: üfff ne güzel olurdu, evde, bu şarkı eşilğinde bu akademik çalışmalarımı yapabilseydim....
Sonra düşündüm yeniden, komik dedim, mutluluklarımızı böyle sınırlamak, birşeyle bağıntılamak. bu şarkıyla ya da şarkısız evde fatma pınarı izlerken de mutlu olmuyor musun? kaybedilen birşey yok, kazanılacak, peşinde koşulacak da.........
Mutluluk zaten farketmiyor olsak da içimizde, biz onu arayıp dururken, büyük bir umutla bekliyor, bak burdayım, şşttttttt, içeri bak, hadiiiii diyor sabırla. Mutluluk gelip, giden, eksilen yada artan birşey değil, var olan bir şey. Hep orda olan.
Akşam nescafem yanımda, müziğim kulaklarımdan yüreğime yola çıktı bile, hava karardı, eve gidip yavrularımı besleyeceğim, bana anlatacakları şeyleri vardır mutlaka, hatta fatma pınarın bile:D
Sevgiyle kalın.

16 Ekim 2011 Pazar


Müziği pazardan ekliyorum. yazısı belki yarına. Çok hoşuma gtti, sizlerle paylaşmadan edemedim.
.
Nasıl ama?

14 Ekim 2011 Cuma

SEVGİ, ŞEFKAT, İLLÜZYON,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

İnsanların arasındayım, yanındayım hatta yakınındayım. Aynı yastığı paylaşıyorum, aynı odayı.....Konuşuyorum onlarla, bazen dertlerimi, sevgilerimi, yaşadıklarımı anlatıyorum. Onları dinliyorum, acılarını dinliyorum hatta sarılıyorum, geçecek diyorum inan ki geçecek. Kimi zaman inciniyorum kimbilir kimi zaman incitiyorum. Böyle bakarsak sanki hayatı paylaşıyormuş gibiyiz......Ama içimde hep onlarla aramda camdan bir bariyer var sanki, mekanik olmayan bir bariyer. Onlara dokunmama engel olmayan ama dokunduğumu algılamama engel olan...Merak ediyorum onlar dokunuşlarımı, konuşmalarımı hissedebiliyorlar mı? ben orda varım ama aslında yokum. Bu en iyi nasıl anlatılır bilemiyorum. Herkesi rüyalarıma almıyorum ama. Yıllar sonra her dakika yanımda olan birini ilk kez rüyamda görüyorum, sonra bir daha bir daha.....Bir süre sonra bu rüyamda görme işinin bir anahtar, bir ip ucu olduğunu anladım, sanki daha gerçekçi bir biçimde kendime dahil ettiğim insanları ancak rüyalarıma buyur ediyorum. ya da belki tam tersi, problemli, üzüntülü, eksikli ilişkilerimi yaşadığım kişileri buyur ediyorum rüya alemime; belki daha sorunsuz olduğuna inandıklarım rüyalarımdan uzak? amannn herneyse işte.
Bu gece öyle çok kişiyi gördüm ki rüyamda, hem de birbirinden bağımsız alakasız insanlar, hakkında uzun zamandır konuşmadığım, düşünmediğim insanlar. Ama en güzeli eşimle dakikalarca dans edişimiz oldu. Ne kadar da gerçekti. teras gibi biryerdeyiz akşam oldu olacak, hava benim en sevdiğim renkte. Birden Kayahan 'ın bir şarkısı çalmaya başlıyor ve ben telaşla hadi bitmeden bu şarkıda dans etmeliyiz diyorum. Sarılıyoruz, dakikalarca dans ediyoruz, ayak figürlerimizi bile hatırlıyorum. Garip bir rüyaydı ama güzeldi de:D
sabah düşündüm de şefkat acaba sevgiden daha yüce bir duygumu diye. ben sevginin şefkati de içine alan daha geniş bir çember olduğunu düşünürdüm. Ama bugün farkettimki aslında sevmediğim insanlara da şefkat duyabiliyorum....Acaba şefkat ile acıma farklı hisleri mi? Ya da sevgi zannettiğimiz duygular egosal hazlar, beklentilerle dolu sevginin yanından bile geçemeyecek hezeyanlar yanılsamalar mı?
Tanrım, işte yine kapındayım. Gerçek sevgiyi bilmek isterdim. Benim için gerçek sevginin ip uçları evlat sevgisinde. Yanılıyor muyum sence? Beni nasıl sevdiğini maddesel olarak görmek mümkün değil biliyorum ama ben de birgün senin gibi sevebilir miyim?



13 Ekim 2011 Perşembe

HADİ BAKALIM


Uzun zamandır kafamda yapmayı planladığım, sonuçlarını ciddiyetle merak ettiğim bir araştırma var. Elde ettiğim sonuçları pratiğe dökebileceğim bir çalışma bu. Dişhekimliği eğitiminin sorunlarını irdeleyecek, sorunların nedenleri hakkında bilgiler vermenin yanı sıra bu sorunları nasıl çözebileceğimiz konusunda bizi düşünmeye sevk edecek bir araştırma.
Hayat elbetteki zor. Mesleki eğitim de elbette zorlu bir süreç.  Ancak bu süreci daha da zorlaştırıp, özel olarak bir stres kaynağı haline getirmeden öğrencilerimizi nasıl eğitip öğretim verebiliriz. Acaba onlara bir meslek kazandırırken onlarda ne gibi hasarlar oluşturuyor, tazecik hayatlarını nasıl zorlaştırıyoruz?
Kollarımı sıvadım, elimde olmayan birkaç makale de geldiğinde yola koyulacağım. Sonuçlarını merak ederek ve elde edebileceğim bilgilerin en azından beni yönlendirip daha etkin bir eğitim verebilmemi sağlayabileceği bir araştırma yapmak güzel olacak. Lütfen eğer doğru yoldaysam, Yüce Güçler benimle olun!

11 Ekim 2011 Salı

ÖLMEDEN ÖNCE



Gün olmuyor ki, Tanrım ne güzel mucizelerin var; deyip, şaşıp kalmayayım..
Ve heyecanla dolmasın yüreğim:
Kimbilir henüz benim görmediğim, duymadığım, işitmediğim neler neler var acaba diye.
İşte William Fitzsimmons.
Dün nasıl karşıma çıktığını bile hatırlamadığım, harika ses.
Galiba priscilla Ahn dinlerken ona ulaşıverdim.
Priscilla Ahn'a nerden ulaştım?
Yağmurla ilgili bloğuma bir şarkı eklerken.
Aslında Norah Jones du ulaşmak istediğim.
Bak yine ucu bloğuma dayandı:D
Sevgili Bloğum:D
Belki bu hayatta çOcuklarımdan sonra yaptığım en güzel şeysin.
Kocaman bir evrenin bilmediğim bissürü kapısını araladın bana.
Adını, işini, yaşını bilmediğim bissürü dostum oldu.
En yakınımdaki ile paylaşamadıklarımı paylaştım onlarla.
Gününüz güzel olsun blog dostları:D
Birgün ölürsem eğer, umarım ki ölmeden önce size bir mektup bırakabilirim burdan
Ki,
Sizleri ihmal ettiğimi düşünüp üzülmeyin.
Öldüğüme ise hiiiç mi hiç üzülmeyin.
Ben orda inanılmaz güzelliklerin beni bekliyor olduğunu biliyorum ki:D



10 Ekim 2011 Pazartesi

DÜNYANIN EN TATLI ŞEYİ:d

<a href='http://video.tr.msn.com/watch/video/cicekci-k%C4%B1z-ne-yapaca%C4%9F%C4%B1n%C4%B1-bilemezse/1jlmv4uk8?cpkey=62f2dbb0-e28b-40d6-8e1f-809f94b07b63%7c%7c%7c%7c&amp;src=v5:embed::' target='_new' title='Çiçekçi Kız Ne Yapacağını Bilemezse !'>Video: Çiçekçi Kız Ne Yapacağını Bilemezse !</a>

9 Ekim 2011 Pazar

YAĞMURLA GELEN

Yağmurun sesi ile uyudum, yağmurun sesi ile uyandım. Öyle kuvvetli yağdı ki gece gökgürültüleri camları salladı. Sabah telaşla botlar üst dolaplardan çıkarıldı, en sevilen çağla yeşili pardesü geceden ayarlandı, evdeki şemsiyeler insanlara yetmedi....yenilerinin alınmasına karar verildi, şöyle çanta boyu, ekoselerinden. Sabah camlar açıldı, yağmurun, toprağın kokusu içlere çekildi. Kerime Abla ıslana ıslana hızlı adımlarla geldi; meğer şemsiye taşımayı sevmezmiş. Bize bahçe patlıcanı ve salatalıkları getirdi. Biz sevdik onu. İçimizdeki kıpırdanıp duran, gıcık olan, sıkıntılanan şey susuverdi geldiğinden beri. Galiba şu milletin elektrik aldım-alamadım meselesi böyle bişi işte. 
Yağmur yıkıyor buraları, temizliyor....
Zihnimi de yıka yağmur, çarpa çarpa, döğe döğe.
Başka türlü laf anlamıyor ki.
Yoldan akan sular gibi, aksın gitsin zihin cücelerim.
Güleyim ardlarından, suyun içinde hala bıdırdanarak, şikayetlenerek, didişerek gidişlerine.
El sallayayım...sallayayım ki bi daha gelmesinler.
Olanlara anlam katmadan,
Olanı olduğu gibi görüp
Gücümün sınırlarını edeple bilip,
Bu sınırlar için şükredip.
Belki de kendimi olduğumca kabul edip.
Islanayım şu yağmur da.




7 Ekim 2011 Cuma

RÜYALAR GERÇEK OLUYOR



Bu aralar, aslında epeydir hayatımdaki olaylar, durumlar, kişiler bu müzikteki notalar gibi. Hızla değişiyor. Speedy Gonzales hızı ile düşünmek, algılamak, kabullenmek veya reddetmek durumunda kalıyorum. Birileri giriyor hayatıma aniden, bir o kadar hızla birleri çıkıyor, yıllanmış dostluklarım bitiyor. Kabul ettiğim şeyi aynı hızla reddediyor, anlamadığım birşeyi birden bire anlayıveriyor, anladığımı sandığım şeyi ise hiiiç anlamamış olduğumu farkettiğimden beri başım dönüyor. İyiler-kötüler, güzeller-çirkinler, doğrular-yalnışlar artık o kadar da net değiller. Bu beni rahatlatıyorken, onlara tuttunarak yaşamaya alışmış olan beni anksiyeteye sokuyor. sanki ayaklarımın altındaki zeminin çekildiği duygusu ile başbaşa kalıyorum, ellerim tutunacak birşeyler arıyor. 
Aslında bir süre önce gördüğüm bir rüyanın izdüşümleri bunlar. Sanki o rüya başıma geleceklerin hepsinin habercisiymiş. Belki burda sizinle paylaşmışımdır rüyamı. Rüyamda birşeyler almak için markete gitmem gerekiyor. Trene biniyorum. Yol çok güzel, sanki sonbahar güneşi var, ağaçlar rengarenk, sarı, yeşil, kırmızı, kahverengi.....zevkle izliyorum ama bir anda çok uzaklaştığımı farkediyorum, marketi de geçiyorum sanırım. Tren bir türlü durmuyor.....çok telaşlanıyorum. Ve sonunda tren bir durakta duruyor ve sanırım burası son durak.....İniyorum yine doğa çok güzel, raylar bir nehrin üzerine kurulmuş, aşağıda nehirde yüzen eğlenen insanlar var, çok neşeliler. Ben yüksekten hep korkarım, aşağı bakmakta zorlanıyorum yine korkuyla. Ve bir bakıyorum rayları oluşturan çubuklar da yok zaten, korkum iyice depreşiyor. Neyin üzerine basacağım ben şimdi? Bir tren yolu var önümde ama rayları yok......korkuyla bir adım atıyorum...adımı öne doğru atmamla birlikte bir ray çubuğu oluşuyor önümde, sonra bir tane bir tane daha. altım bomboş, yanımda kimse yok....
Şimdi daha iyi anlayabiliyorum bu rüyayı.

5 Ekim 2011 Çarşamba

YİTİRMEDEN

ELÇİYE ZEVAL OLMAZ


Ne yazsam bilemiyorum.
Çünkü biliyorum ki ne yazsam, ne söylesem nafile....
Sadece kendimi dinliyorum.
Tıpkı camdan dışarıyı izler gibi.
Gelip geçen düşünceleri görüyorum.
Takılıp kalan duyguları ve bunların bir süre sonra bana ne yapacağını.
Alıyorum elime çekiç, tornavida....
Başlıyorum tamirata....
Kendimle konuşuyorum, ona anlatıyorum bunların daha önce de olduğunu.
Artık eski ben olmadığını anlatıyorum ona kızmadan.
Bir de şöyle bakabileceğini söylüyorum sevgiyle.
Sakinliyor çırpınmaya başlayan yüreği....
Ahh diyor yorgunum..
Küçük, sakin bir orman ve kıyı kasabasında
Deniz kenarında küçücük, tahta çitlerle çevrili, çiçekler ve ağaçlarla dolu  bahçesi olan bir evde
Kitap okumak istiyorum, akşam üstleri deniz kenarında yürümek, geceleri bahçede denizin sesini dinleyerek midye, kalamar, roka yemek istiyorum diyor.
Tanrım, elçiye zeval olmaz.
Hakikaten ihtiyacı var gibi görünüyor.
Bir el atıversen.....
Valla ben onu düşünüyorum.

4 Ekim 2011 Salı

Şu insanları anlamıyorum. Sanırım onlarla aynı ırktan değilim ki olmak da istemiyorum. Belki hayvan, belki bitki belki yaratık olabilirim. Bu insan denilen ırk başkalarının kazandığı parayı çalışmasına oranla hep hakettiğinden fazla, kendi kazandığı parayı da az bulurlar ve oturur bunu konuşurlar.

3 Ekim 2011 Pazartesi

RUHUNA SAĞLIK YANN



Bu kadar olur.
Benim için yazmış bunu Sevgili Yann.
Müziğine bayılırdım.
Sözleri de harikaymış.

2 Ekim 2011 Pazar

KUMAŞ BU KADAR

En kısa zamanda yeniden izlemeliyim.
Belki iyi gelir şu sıralarki halime.
Olabildiği kadar Gugukcum.
Olabildiği kadar.....

Kumaş bu kadar.....