26 Aralık 2013 Perşembe

FORTUNATA VADİN, KİBRİT ÇÖPLERİ, FAL, EJDERHA....


...........
İçindeki "ejderha" uyandığında üstündeki ağırlık kalkıyor. Senin ağırlığın dünyanın yükü değil, kendi göz kapakların. Gözünü kendine açamıyorsun sen. Göz koyduklarını o uyandığında alacaksın dünyadan. "O" dediğim, kendi gündüzüne kör göz kapakların. Gündüz karanlığı seninki. hangi yola çıksan elinden bakır yapraklar dökülüyor yerlere. dargınlıklar yok artık sana, kimseye küsemeyeceksin, öylesine affetmişsin dünyayı, sıkıntılar yok, yeni bir kapıdan başka bir dünyaya gireceksin. Hiç böyle bir fal görmedim. Tuhaf. her şey tuhaf. Kimsin sen?
Kibrit Çöpleri/Murathan Mungan, Fal, 85

Okuduğumda ejderha kelimesinden mi bilinmez ama direkt seni düşündüm sevgili fortunata vadin....Müzik de senin için. tek ricam iyi bir kulaklıkla ya da 5+1 ile dinlemen.

4 Aralık 2013 Çarşamba

Beyin gerçeği yansıtmaz. O sadece senin inandığın gerçekliğe göre bir model yaratır. Esas gerçeklik algılarımızın üstünde bir olgudur. Cosmic Consciousness

2 Aralık 2013 Pazartesi

Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. 
Arkasındaki gerçeği görürsün, 
ama cam seni gerçekten ayırır. 
Halil Cibran

29 Kasım 2013 Cuma

Civilians by Joe Henry on Grooveshark

Kötülük, yalnızca herşeyin birbiriyle olan gerçek ve gerekli ilişkisi doğru açıdan görüldüğünde yok olur....

9 Kasım 2013 Cumartesi

Eriyorum yavaş yavaş......
http://youtu.be/qPbie2JFq_Y
Yuva yaşadığın değil anlaşıldığın yerdir.

10 Ekim 2013 Perşembe

Kendimden nefret ediyorum.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Profesör, bunlar gerçek mi yoksa sadece benim kafamın içinde mi?
Tabiki kafanın içinde ama istersen gerçek olabilir
Harry Potter

26 Eylül 2013 Perşembe

19 Eylül 2013 Perşembe


Bazen kaybolup gidiyorum. Aslında kendi içimde kaybolduğumdandır.

22 Ağustos 2013 Perşembe


İnsanı, paraya karşı tutumu kadar, gösteren hiçbir şey 


yoktur.


G.I. Gurdjieff

15 Ağustos 2013 Perşembe

“Ne tuhaf! İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki 

zamandı. İnsan içinde yaşadığı ânı derinleştirmeyi zamanla, yani 


zamanı azaldıkça öğreniyordu.”

Murathan Mungan, Şairin Romanı.

TESADÜF MÜ TEVAFUK MU



Sevgi, egomuzu bir yana ittiğimizde ve bir başkası için yer 


açtığımızda başlar.

Rudolf Steiner



Sen çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver;


toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.


Hz. Mevlânâ


Bu iki cümlenin feyste ard arda gelmesi tesadüf olamaz:)

''Davranışlarında ve düşüncelerinde bir başka insanın varlığını 

hesaba katmadan bir gün geçirebildiğin zaman, kendini yiğit bir 

insan sayabilirsin.''


14 Ağustos 2013 Çarşamba


"İçimizdeki iyi ve kötü, sadece çalışmanın ışığındaki duygusal 

algılama ile görülebilir. Akıl yürütmeyi ağırlıklı olarak 'haklı 

çıkarmak' için kullanıyoruz."

Maurice Nicoll

12 Ağustos 2013 Pazartesi


"Kendini bilmek sorun çıkmayacağı anlamına gelmez. Geçici ya da gerçek dışı sorunlardan gerçek sorunlara eğilmek anlamına gelir".

-Abraham Maslow-


'Biliyordu: Kendi uçurumu yüreğindeydi, bir tek kendine yankı veriyordu...''

- Murathan Mungan / Lal Masallar




''Bu dünyanın trajedisi, ister ıstırap, ister neşe zamanına sıkışıp kalmış olsun, hiç kimsenin mutlu olmaması. Bu dünyanın trajedisi, herkesin yalnız olması… Geçmişteki bir yaşam bugünle, şimdiyle paylaşılamıyor çünkü. Zamana sıkışıp kalan herkes, tek başına sıkışıp kalıyor.''

Alan Ligtman – Einstein’ın Düşleri (Einstein’s dreams)


25 Temmuz 2013 Perşembe

24 Temmuz 2013 Çarşamba


Ferhat Göçer tarzının dışında bir melodi ama ben bu tarzı O'na çok yakıştırdım. Bakalım, bir de siz dinleyin.......

23 Temmuz 2013 Salı

PUSULA

"Sahte Kişilik'te olduğunuzda, yaptığınız her şey dışsal ve 

yüzeyseldir; bunlar kişisel çıkar, dikkat çekmek, övgü almak ya da 

erdemli görünmek için yapılmıştır. Bunlar dışsaldır ve buna bağlı 

olarak daha aşağıdadır."

Maurice Nicoll

Tıpkı pusula gibi, yol gösterici bir söz.

19 Temmuz 2013 Cuma

Şimdi de Küçük Kadınlar

Arkadaşlar Küçük Kadınlar benim çocukluk hayatımın vazgeçilmez arkadaşıydı. Kaç kere okudum, okurken ne hayaller kurdum, peynir, ekmek, taze soğan üçlüsü ya da çokomel eşiliğinde kitabı aynı zamanda lekeleyerek ne harika zamanlar geçirdim bilemezsiniz:)
Ancak çocukluğumdaki o baskıyı bulamıyorum. Yeni baskılarda kitap yarıda bitiyor. Orijinline sadık kalmış olan bir yayınevi biliyorsanız ve beni bilgilendirirseniz çok sevinirim.
Bu arada tüm ebeveynlere bir uyarıda bulunmak isterim naçizane. Lütfen çocuklarınızın en azından en sevdiği kitap ve oyuncakları muhafaza edin. Asla vermeyin. Hatta belki banyo havlusu, çok sevdiği bir şapkası, anısı olan, el örümü bir yeleği koruyup bunlara küçük bir not ekleyip bir sandukaya ya da bohçaya koyup ona hediye edin. Ben şuan o okuduğum Küçük Kadınlar'ın yanı başımda benimle olmasını hiç bir şeye değişmezdim. Sayfalarını açtığımda orada gördüğüm bir çokomel lekesi, bir domates lekesi, belki sayfa kenarında bir kırışıklık beni o günlere götürürdü.  Çocuklarımıza mali değeri çok yüksek hediyeler alabiliriz belki ama ben hiç birinin bunun yerini tutabileceğini düşünmüyorum. 
Bütün bunları düşünürken aklıma başka bir fikir geldi. Neden belediyelerimiz belli noktalarda kitap kulüpleri oluşturmuyor. Yaş gruplarına göre birkaç tane kitap kulübü oluşturulabilir. Haftada belki 1-2 gün bu gruplar bir öğretmen eşliğinde bir araya gelir. Aynı kitabı okuyup bir araya geldiklerinde okuduklarını tartışabilirler. Muhteşem olurdu. Aynı mahallede, sokakta yaşayan çocukların birbirini tanıması, bilgisayar, televizyon, telefon şeytan üçgeninde kopup, sosyal bir ortamda kendilerine gelmesi için ne güzel bir imkan olurdu. Eskiden halk eğitim merkezleri vardı. Şimdi acaba bunların yerini tutan başka kurumlar var mı?
Neyse çenem düştü yine:)
Herkese bu güzel ramazan gününden sevgiler yollayarak ayrılıyorum...

18 Temmuz 2013 Perşembe

Alice harikalar Diyarına nasıl Gitti ki?



Alice Harikalar Diyarında'yı okumak istiyorum. yayınevi konusunda önerisi olan var mı? 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Panikleyen Biri Gördüm Galiba Orada



Alıştığım ve bildiğim mekanize işleyişin tamamı ile değişmesi bende başlangıçta ayaklarımın altından zeminin çekilmesi  ve panik hissi yaratsa da; başka bir dünya, başka dünyalar kısacası yaşayış biçimleri olduğunu deneyimlemem ve bu başkalıklar ve değişimler sürecinde sakince akabilmeyi, akarken izleyebilmeyi ve hatta neredeyse izlerken keyif alabilmeyi yaşayabilmem açısında inanılmaz bir eğitim paketi oldu. Pek tabi ki hala panikleyebiliyorum, paniklediğim anları yakalayabiliyorum ve "işte panikleyen biri gördüm galiba orada" diyebiliyorum. Gülümsüyorum:) Three Idıots'da olduğu gibi:

ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL, ALL IS WELL...........................................................................................

8 Temmuz 2013 Pazartesi

YÜREĞİNİ TEMİZLEMEK


"Büyük bir ustanın olduğunu duyan ve onunla çalışmak için ustanın yanına giden Lieh-tzu'yla ilgili hoş bir öykü vardır. Usta küçük bir kulübede yaşamaktadır, ve Lieh-tzu kulübenin dışında oturup beklemeye başlar, ancak usta ona hiç dikkat etmez. (Bu Taocu ustaların yoludur, öğrenci istemezler, çünkü öğretecek hiçbir şeylerinin olmadığını hissederler.) Kulübenin dışında bir yıl süreyle oturduktan sonra, Lieh-tzu bu kadar çok beklemekten sıkılır ve çeker gider. Ancak hemen sonra bundan çok pişmanlık duyar ve aslında bir kez daha denemesi gerektiğini düşünerek geri döner. Usta, 'Nedir bu bitip tükenmeyen gidip gelişler?' der. 

Sonra Lieh-tzu tekrar oturur ve kayıpla kazanç arasında bir fark ayırt etmeyecek şekilde zihnini denetlemeye çalışır. Önemli olan, hiçbir şeyi bir kazanç ya da bir kayıp olarak görmeden yaşamaya çalışmaktır.


Konu olayları kazanç ya da kayıp, avantaj ya da dezavantaj cinsinden düşünmeme tutumu ile ilgilidir. Çünkü bir şeyin kayıp mı kazanç mı olduğunu asla bilemeyiz, sadece nesneler hakkındaki beklentilerimizi etkileyen anlık değişimleri biliriz. Bir Taocu değişmez bir doğru olmadığını bilecek kadar bilgedir, bu yüzden onun bakış açısına 'seçmeme' denir.


Lieh-tzu zihnini seçimsiz bir durumda tutmayı dener, bir kişinin hissetme ve düşünme alışkanlıklarını bu yönde değiştirmesi çok güç birşeydir. Lieh-tzu bunu bir yıl kadar uyguladıktan sonra ustası sanki orada olduğunu farketmişcesine ona bakar, ve bir yıl süren ikinci bir uygulamadan sonra, onu içeri girip kulübesinde oturmaya davet eder. Sonra Lieh-tzu'da bir değişiklik olur ve artık bir daha zihnini denetlemeye çalışmaz. Yaptığı şeyi şu şekilde ifade eder:

Bıraktım kulaklarım ne duymak istiyorlarsa onu duysunlar.
Bıraktım gözlerim ne görmek istiyorlarsa onu görsünler.
Ayaklarım nereye gitmek istiyorlarsa oraya gitsin
ve zihnim neyi düşünmek istiyorsa onu düşünsün.

Ve sonra bunun çok garip bir duyum olduğundan bahseder, çünkü sanki bütün bedeni 'erimiş, saydamlaşmış ve ağırlığını kaybetmiştir, ve benim mi rüzgarın üzerinde yürüdüğümü yoksa rüzgarın mı benim üzerimde yürüdüğünü bilemedim.'
İşte, 'yüreğini temizlemek'le kastedilen budur."

Sayın Serpil Şengün Gürsoy'dan alıntıdır.



8 Haziran 2013 Cumartesi

İnsanların bazı yönlerini sevmiyorum
Ama
İnsanlığı seviyorum
Ne yapabilirim bu durumda:)

3 Haziran 2013 Pazartesi

Başka bir evrenden merhaba:)

1 Nisan 2013 Pazartesi

Kızgın Anne: kafanı koparırım senin.
F.Pınar: kafalar koparılmaz, meyveler koparılılır, benim kafam meyve değil ki, git meyveleri kopar.
Kızgın Anne: :)

26 Mart 2013 Salı

F.PINAR

Büyük ablaya kızmış olan F.Pınar'dan:
-SENİN KABUĞUNU SOYARIM!

21 Mart 2013 Perşembe

YÜREĞİNİZE NEVRUZ DOLSUN DİYE

Mostly Classical on SKY.FM

İşte sevdiğim melodi, işte sevdiğim o ışık, işte bahar, semt pazarı, taze bademler..

17 Mart 2013 Pazar



Ölüm.....kelimeler taşıyamaz ki onu kelimelere yükleyeyim. Ben kendim neler hissettiğimi tam anlamlandıramazken. Sanki hızlı esen rüzgar seni peşine taktı; biz de öylece bakakaldık arkandan. Geriye esen rüzgar kaldı tozu toprağa katan. Güle güle Zeynep Anne. İçimdeki birşey artık gözlerinin gördüğünü ve gördüklerinin çoook güzel olduğunu, ayağın takılmadan, kimseye muhtaç olmadan, sendelemeden rahatça keyfile gezdiğini söylüyor. Kim bilir belki kuşlar gibi uçmaktasın bu beden zincirinden kurtulduğundan beri. Mekanın cennet olsun, yuvan peygamberlere komşu olsun, hediyen Rabbimin Cemali olsun. Güle güle Zeynep Annem.

7 Mart 2013 Perşembe

ÜÇ SİLAHŞÖRLER


ÜÇ SİLAHŞÖRLER:)


4 Mart 2013 Pazartesi

NEFİSANIM TEYZE




Aslında sedir daha yüksek olmalıydı diye düşündüm; dışarıyı rahatça görmek için. Çocukluğumda Nefise Hanım Teyzenin (aslında kısaca nefisanım teyzeydi adı, şimdi böyle söylediğimde çocuklar gülüyor. Oysa bizim için o zaman gayet normaldi böyle söylemek. Hatta şimdi de çok normal. Çağ farkı şuan benim aleyhime döndü. Geçmişte aynı şeyleri ben babaanneme söylerdim sanırım. Garip Nezehat Teyzeye yalnızca Nezehat teyze derken Nefisanım Teyze demem. Ama Fatmanım teyzede aynı kategoride olduğuna göre sanırım daha yaşlı teyzelerin isimlerine hanım kelimesi ekleniveriyordu o dönem ve isimle hanım kelimeleri kaynaştırılıveriyordu. Ha bi de Nafiyanım Teyze var; onu hiç anlatmayayım, paragfarın içi dışından daha uzun oldu). Paragraf uzun olunca sedirle bu Nefisanım konusunun bağlantısını unuttum. Hıh tamam tamam hatırladım. Bahçe katı bir evde oturuyordu Nefisanım Teyze, Ankarada, Yenimahallede. 3 katlı, bahçeli bir binanın bahçe katındaydı evi. Zaten Yenimahallede evler en fazla 3 katlıydı, hep bahçeliydi. Bahçelerde meyve ağaçları olurdu, yazın dalından çeşit çeşit meyveler yerdik. Ağaçların altında peynirli, zeytinli, yumurtalı piknikler yapardık. Nefisanım teyzenin evinin camları tam bahçeye sıfırdı. Ve pencerelerin geniş eşikleri vardı. Gider gitmez camın eşiğine yerleşir saaatlerce oyunlar oynardım. İskambil kağıtları ile kızılderili kabilelerinin çadırlarını yapardım, hayallere dalar, gitme vaktinin geldiğini farketmezdim bile. Bir de salonundaki müzik kutusuydu oraya keyifle gitmek istememin nedeni. Tabi Nefisanım teyze de çok tatlı biriydi. Allah Rahmet eylesin. Bahçedeki tüm toprağı yorgan gibi örtmüş sonbahar yaprakları, eve mutfaktan girilmesi, çıtır çıtır yanan soba, saatlerce oynadığım pencere önü, müzik kutusu......çocukluğum. O pencerinin önünde zamanın kayboluşu, zamanın kaybolması ile benim evrenden kopup gidişim. O anları yeniden yakalamaya çalışıyorum. O ana ait hatıralar mutluluğun, huzurun anahtarı benim için. Orda hissettiklerimi hissediyorsam doğru yoldayım demektir. Sonra renk, renk, boy, boy düğmeler geliyor gözlerimin önüne. Renklerine, şekillerine göre kategorize ettiğim, dizdiğim saatlerce oyalandığım düğmeler. Anı yaşadığım hatıralarım. Güzelevlerdeki çocuk bahçesi, sarı çiçekler, onların arasında tek tük bulabildiğim böğürtlen benzeri ekşimsi tatlı küçük meyveler. Her buluşumda mutluluktan uçtuğum. Bana göre adı "oturma park"ı olan parktaki çamın altındaki, sadece benim için çıktığına ve bana göründüğüne inandığım renkli çiçekler. Parka gittiğimizde babaannemler banka oturunca sessizce çamın altına eğilir, çimenlerin arasında çiçeklerimi arardım. Bulduğum andaki heyecanımı, hayretimi hiç bir kelime ile anlatamam. O anda evren sadece o çiçekler ve benden ibaret olurdu. Aslında şimdi daha iyi anlıyorum o hayretin, heyecanın, büyü hissinin nedenini; ben ve çiçekler de kalmazdı o "anda". İşte bu bahsedilen, algılanmaya ve içinde kalınmaya çalışılan "an" denilen şey tam da buydu. Çamın altında çiçekleri bulmam. Sihirdi, büyüydü, benim içindi, hiç birşeye değişilmezdi, parayla satın alınmazdı......Yine tahta masanın altında kendi kendime oynadığım evcilikler. Küçük Kadınları okumak, okurken taze ekmek arası peynir, domates, taze soğan yemek. Onlarca kez okuduğum cümleleri her seferinde heyecanla, artan bir heyecanla okumak, Ayten Hanım Teyzenin çağlalarını çalmak (anlaşılan Ayten Hanım Teyze de nispeten yaşlıydı), Tom Sawyer, Arı Maya...............sobanın çıtırtıları, üstündeki güğümün cıyırtısı, yanında yatan kedim pamuk, somyalarımız, bahçedeki armut ağacının baharda açan bembeyaz çiçekleri, martta azıp armut ağacına tüneyerek konser veren kediler........çocukluğum. Bir süredir farkındayım ki beni hala hayrete sevkeden yüreğime evreni sığdıran bu küçük, küçücük "anlar". Benim olmayan ne çok şey tıkıştırmışım hayatıma. O kadar az şeye ihtiyacım var ki. Aslında bunlara ihtiyaç bile denmez. Evrenin zaten bana sundukları, çabalamadan önüme çıkıverenler. Bana  sadece keyfini sürmek kalıyordu.  Artık elimde bir ışık var, bulacağım şeyi biliyorum. Bu yolda kendime birşeyler eklemek değil giderek eksilerek yürüyeceğim sanırım, üzerimdeki fazlalıkları daha doğrusu bana ait olmayanları attıkça beni bulacağım. Kabuklarımı soydukça hafifleyeceğim, kuşandığım silahları bir bir bırakacağım, bıraktıkça bu silahlara zaten hiç ihtiyacım olmadığını ve olmayacağını bileceğim, zırhlarımı çıkaracağım, çıkardıkça bacaklarım, kollarım özgürleşerek, daha rahat, daha hızlı yürüyeceğim. Derken bir ayna çıkacak karşıma. Bu uzun yolun sonunda kendime bakmak isteyeceğim onca zamandan sonra. Aynada hiç bir şey olmayacak ve bu beni sonsuz huzura kavuşturacak. İşşşşşte bu!, tam da bu! aradığım diyeceğim. Artık tüm evrenin içimden akabileceği bir boşluk oldum. Flütteki boşluğum artk, inanılmaz güzellikteki melodiler çıkacak bu boşluktan. Ve o anda, tıpkı çiçekleri bulduğum anda olduğu gibi, sadece bu kadardı işte, boşuna yaşamadım diye gülümseyeceğim. Ve karşı kıyıya geçmekten hiç korkmayacağım o zaman.

3 Mart 2013 Pazar

KİM ENG


Siz bu "olanın" olduğu "alansınız". Enerjiyi etiketlemeyip, etrafında bir senaryo kurmamayı başarırsanız, hissettiğiniz enerji kötü de olsa kaybolur. Ve hayat değişik değildir. Onun hayatı, senin, benim hayatımızdan farklı değil. Hepsi hayat, hepsi bir bütün enerjidir. Bunun içinde hep beraber birlikteyiz. Fakat öncelikle kendi içimizde olup biteni bilip, kendimize dikkat etmeliyiz.

Kim Eng

27 Şubat 2013 Çarşamba


İşte oturacak yeni bir yer daha:)

26 Şubat 2013 Salı

OTURAN BOĞA



Pencerelere özel bir ilgim var. Hele ki ardındaki manzara böyleyse. 


Ne dersiniz bu camın önünde de bir ömür geçirilmez mi?
 Eh benim gibi tembel (keyfine düşkün de diyebiliriz) bir insansanız, burcunuz boğaysa, doğa, kitap ve müzik üçlüsü sizin nirvananızsa, neden olmasın?


25 Şubat 2013 Pazartesi

ECKHART TOLLE



Yaratıcı ve yapan kişiler kendilerini yaptıklarında kolayca kaybedebilirler. Yani yaptığınız aktivite tarafından ele geçirilip, yaptığınız şeyin büyük ölçüde önemli olduğunu düşünürsünüz. Öyleki asıl önemli olan, o yaratımın doğduğu bilinç halini unutursunuz. Kendinizi yaptığınızda kaybetmiş olduğunuzun en iyi işareti negatif enerjinin oluşmaya başlamasıdır. Sanırsınız ki yaptığınız şey altta yatan bilinçten daha önemlidir. Gerçekten önemli olan ne yarattığım veya yaptığım değil; önemli olan hangi bilinç halinde olduğumdur.
Eckhart Tolle




22 Şubat 2013 Cuma





Mutluluk


zerafet, renklerin güzelliği
 
 
ve müzik

21 Şubat 2013 Perşembe

20 Şubat 2013 Çarşamba

Ego gözlenmeyen zihin ve bu zihnin duygularıdır.
Egoya karşı savaş kazanamazsınız. Onunla savaştığınız an onun bir parçasısınızdır.
Kendi eski kalıplarnıza gülebilmek onlardan özgürleşebilmenin en iyi yoludur.
Burada şuandaki varlığınızı hissedin, düşünce ve aktivitenizi değil. 
Eckhart Tolle

18 Şubat 2013 Pazartesi



Istırap olanın üstüne zihin tarafından ilave edilen yüktür.
Gecikme sonsuzlukta önemsizdir fakat zamanda trajiktir.
Sizi yanlış yola sevketmek epey zaman almıştır. Fakat gerçek siz olmanız hiç zaman gerektirmez.

Eckhart Tolle

17 Şubat 2013 Pazar

Tel que tu es by Charlotte Gainsbourg on Grooveshark

Bu görseli, Aydan Atlayan Kedinin Tumblrında görünce pencereden gelen hafif rüzgarı yüzümde hissettim. Bence haziranın ortasıydı ve hava inanılmaz güzeldi. Sıcak değldi ama insanın içini ısıtıyordu. Ve güzel bayanın yaptığı gibi tam da kitap okuma zamanıydı. Ve o anda ne kadar yorgun olduğumu, sessizliğe, huzura ihtiyacım olduğunu düşündüm. oysa yorgun değildim. Sadece sessizliğe ve huzura ihtiyacım vardı. Nedense sessizliğe ve huzura olan ihtiyacımı yorgunluğuma bağlama alışkanlığım vardı. Sanki sadece yorgun olunursa sessizliğe ve huzura sığınılabilirdi. Oysa şu bir gerçek ki, insan yorgunken huzur ve sessizliğin bile tadını çıkaramıyor. İlla bahaneler aramadan sessizlik ve huzurla kendimizi ödüllendirmeyi ayıp sayıyoruz galiba. Hala ödül diyorum:) sakinlik ve huzurun elde edilecek birşey olduğu inancının kıskacından kurtulamıyorum. Sanki birleri bir zamanlar kulağımıza güzel şeyleri haketmemiz, haketmek için de önce acı çekmemiz gerektiğini fısıldamış. Vallahi yalan, billahi saçmalık. Hepinize güzel bir pazar gecesi diliyorum.

L'un part l'autre reste by Charlotte Gainsbourg on Grooveshark

14 Şubat 2013 Perşembe


Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş.
Burhan arardım aslıma, aslım bana burhan imiş.
Sağ u solu gözler idim, dost yüzünü görsem deyû,
Ben taşrada arar idim, ol cân içinde cân imiş.
Öyle sanırdım ayrıyam, dost gayrıdır ben gayrıyam,
Bende görüp işiteni, bildim ki ol cânân imiş.


http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/2013/02/tek-basina-nasil-yorabilirim-bu-dunyayi.html 

String Quartet No. 9 in C major ('Rasumovsky 3') Op. 59/3: Menuetto grazioso by Beethoven on Grooveshark

8 Şubat 2013 Cuma

Yataktan kalkmak gerekmeyecek / Yalnız şafak girecek bomboş odaya

Hüzünlü bir rüya gördüm.
İzmirde Sevgili Sufimin evindeydim ama bu sefer o yoktu evet ölmüştü. Şurda oturuyordu dedim. Büyükannesi ise son anına kadar kendi işini kendi yaptı, insanlara hizmet etti oysa tüm sinirleri tutulmuştu korkunç ağrıları vardı dedi; çok tatlı nur yüzlü bir kadındı. Sonra mutfak evyesinin önüne gittim. Burda bulaşıklarını yıkamıştı dedim. Tam önünde yeşilliğe bakan küçük bir cam vardı. O anda öyle hüzünle doldu ki içim anlatamam.Hıçkırıklar tüm göğüs kafesime doldu ve ordan taştı. Sevgili Tutsak Abim vardı karşımda. Aslında sarılmak istedi içinden ama ben yine sarılamadım. Sufim beni dinlememiş bana sarılmıştı oysa:) Bana yarısına gelmiş, siyah bir kurşun kalem gösterdi bunu birşey yap dedi. Ne yapmamı istediğini tam anlayamadım. Kare beyaz bir zarf içine koyup kalemi bana verdi. Onu ebediyyen saklamam gerektiğini düşündüm.

Bu sabah şu yazıyı okudum keyifle:

http://piktobet.blogspot.com/2013/02/yasama-sanat.html

Sonra aynı keyifle şunu:

http://nilufer-varyok.blogspot.com/2013/02/eger-tu-askiy-gamra-reha-kun-aruss-bin.html

Güzel bir sohbet yaptım Sevgili Zelda ile hayata ve insanlara dair ümitlerimi tazeleyen.

Sevgili Piktobetin yazısını okuduktan sonra yazarın diğre kitaplarını araştırmaya başladığımda onun ölümle ilgili şu şiir cümlesine rastladım:

"Yataktan kalkmak gerekmeyecek / Yalnız şafak girecek bomboş odaya." 

Yüreğim öylesine sarsıldı ki, ölümü bu haytta bu kadar iyi anlatan bir cümle ile karşılaşmamıştım. Bu benim ölümümü bana anlatan bir cümle tabi. Herkesin ölüm ile ilgili kendi algıları vardır. Ama bana kendi ölüm algını tarif et deseniz bu cümleye kadar anlatamazdım belki.

7 Şubat 2013 Perşembe

Gülüyorum, şaşırıyorum, sakin kalabildiğimde anlıyorum. Ama her anlamanın ötesinde onaylamıyorum. Onaylamıyor olmam reaksiyon göstermemi gerekli kılmıyor ama hayat sınırlarımın dışına taşımama engel de olmuyor. Aslında kibarca tartışabilmeyi, kendimi açıklayabilmeyi isterdim. Ancak açıklamamın da karşının algısıyla sınırlı kalacağını farketmiş olmak hayat alanımı sınırlamamın asıl nedeni aslında. Sınırlama kelimesinin kapsamı dışlama ifadesini kapsamaz (bana göre). Asgari koşullarda kurulan iletişim benim için "sınırlama". Benim tercihim dışında, yürütmekte zorunlu olduğum iletişimleri içeren dar bir yaşam alanı. Bu hayatı zorlaştırır mı? Asla. Ve hatta iyiden iyiye kolaylaştırır.

2 Şubat 2013 Cumartesi

KIŞ GÜNLÜĞÜ, PAUL AUSTER

Cheese:)

Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelmeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar. (sayfa 9)

Olması mutlak olan olaylara karşı beklenmeyen olaylar; bu sabah aynaya bakarken, önünde sonunda sona ermesi gibi kaçınılmaz bir olay dışında yaşamın baştan sona rastlantılarla dolu olduğunu fark ediyorsun. (sayfa 12)

Maç bitmiş, sahanın ortasında tek başına durmuş kendi kendine top tutma oyunu oynuyorsun, yani topu var gücünle havaya atıp yukarı çıkışını ve eldiveninle yakaladığın ana kadar aşağı inişini seyrediyorsun, yakaladığın anda da topu yeniden yukarı fırlatıyorsun, herseferinde de top bir öncekinden yukarı çıkıyor ve birkaç atıştan sonra hiç görmediğin kadar yükseklere çıkıyor, saniyelerce gökyüzünde kalıyor, beyaz top masmavi gökyüzüne yükseliyor, sen de bütün varlığını bu ahmakça işe veriyorsun, bütün dikkatini buna odaklıyorsun, top, gökyüzü ve eldven dışında hiçbir şey yok gözünde; yüzün göğe çevrili, topun seyrini izlerken sürekli yukarıya bakıyorsun...(sayfa 15)

Ecel geldiğinde insanın varlığının bir başka bilinç alanına kaydığını ve bunu kabullenebildiğini öğrenmiştin. Ya da öyle sanıyordun. (sayfa 33)

İnsanın üzüntüsünü, acısını normal dışa vuruşu gibi üzülmedin, o yüzden bünyen senin yerine üzülerek iflas etti. (sayfa 113)

Yetmiş beş-yetmiş altı yaşına gelmesine karşın çekiciliğiyle topluluklarda herkesi etkilemeye devam ediyordu, çünkü kafasının minik bir köşesinde kendini hala bir yıldız olarak, dünyanın en güzel kadını olarak görüyordu. (sayfa 130) 

Filmde adam bir sağlık merkezinden sokağa fırlıyor, gidecek yeri olmayan, kalabalık kaldırımlarda koşan, tarfiğin içine dalan, yanından geçtiği insanlara çarpan bu adam, az önce birkaç saat içinde olmasa bile birkaç gün içinde öleceğini, vücudunun ışıltılı bir toksinle zehirlendiğini ve zehri bünyeden atamayacak kadar geç kalındığını, artık umut kalmadığını ve canlı görünse deaslında ölü olduğunu, öldürülmüş olduğunu söyledikleri için duyduklarına inanamayarak çılgınlık nöbetine girmiş. O adamın sen olduğunu, televizyonda gördüklerinin 2002 de annenin ölümünden iki gün sonra senin başına gelenler olduğunu söylüyorsun kendi kendine: hiç uyarsız tepene inen tokmak, sonra nefesin daralması, yüreğinin güm güm atışı, baş dönmesi, ter boşanması, yere yığılan beden, kolların bacakların taş kesilmesi, çılgın gibi solumaya çalışan havasız ciğerlerin feryadı, sonuna geldiğine, bir saniye sonra var olmayacağına, çünkü kendinin var olmayacağına kesinlikle inanmak. (sayfa 132)

Çünkü panik zihinsel bir kaçışın ifadesidir, köşeye sıkıştığın, gerçek kaldıramayacağın kadar ağır geldiği, bu kaçınılmaz gerçeğin haksızlığına karşı koyamadığın zaman içinde kabaran sınırsız güçtür; o yüzden bu dehşete verebileceğin tek tepki kaçmak, kendini soluk soluğa seyirten, çılgınlaşmış bir bedene dönüştürerek aklın kapılarını kapatmaktır; hangi gerçek bundan daha korkunç olabilir? Birkaç saat ya da birkaç gün içinde ölmeye mahkum olmak, hiç mi hiç anlayamadığın nedenler yüzünden hayatının yarı yerinde bitmek, yaşamın bir andan bir avuç dakikaya, saniyeye, kalp atışına indirgenmesi (sayfa 139)

Hepimiz kendimize yabancıyız, kim olduğumuzla ilgili algılarımız ise yalnızca başkalarının gözlerinin içinde yaşadığımız kadarıyla var. (sayfa 141)

Her şimdi kaçınılmaz olarak bir sonrayı çağrıştırır. (sayfa 142)

Ailenin bavullarını buraya taşırkenki utanç verici beceriksizkliğinden sonra o kadının karşısında gülünç duruma düştüğünü hissettin ve kendinin yapamadığını bir başka insanın başarabilmesini saygıyla izledin. (sayfa 152)

O kızlar arada bir beynine ilgi duydular, çok kısa bir süre vücudunla ilgilendiler ama kalbin hiç bir zaman ilgilerini çekmedi. (sayfa 167)

Ortak ahbabınız sizi birbirinizle tanıştıdıktan bir saniye sonra karın gerçek olduğunu ortaya koydu; utanga ve çekingen olmadığı, doğruca gözlerinin içine baktığı ve ayağı yere basan biri olduğunu gösterdiği için, onu olmadığı birşeye dönüştürmen, geçmişte öteki kadınlara yaptığın gibi yaratman olanaksızdı, çünkü o zaten kendini yaratmıştı.....sen kusursuz kadın güzelliğini simgeleyen bir nesneye bakmıyor, yaşayan, soluk alan bir özneyle konuşuyordun. Nesne değil özneydi, o yüzden de hayale yer yoktu. (sayfa 169)

Eğer onun istediği buysa tabii seve seve evleneceğini söylerdin; çünkü o ne isterse senin de aynı şeyi isteyeceğini bilecek kadar uzun süredir seviyordun onu. İşte o yüzden o yaz çevrendeki herşeyi büyük bir dikkatle izledin; çünkü orası karının çocukluğunu ve genç kızlığını geçirdiği yerdi. (sayfa 174)

O semtte yaşayan herkes ücretsiz olarak o okullara gidebilir ve sen de özel eğitimin başlamasından, sorunlu diye tanımlanan çocuklar için ayrı okullar kurulmadan önceki dönemde yetiştiğin için, sınıf arkadaşlarının bazıları fiziksel engelliydi. Anımsadığın kadar ile tekerlekli sandalye ile okula gelen yoktu, ama çarpık vücutlu, kambur oğlan, bir kolu olmayan (omzundan parmaksız bir kol parçası sarkan) kız, salyası gömleğinin önünden aşağı akan oğlan, cüceden az hallice boyu olan kız hala gözlerinin önünde. Şimdi o günleri düşündüğün zaman, o insanların senin eğitiminin önemli bir parçası olduğunu, yaşamda onlar olmasaydı insan olmanın anlamını yeterince kavrayamayacağını, derinlikten ve merhametten yoksun kalacağını, acının ve eksikliğin metafiziğini hiç algılayamayacağını hissediyorsun; çünkü onlar kahraman çocuklardı. Eğer yalnızca fiziksel açıdan kusursuz olan, biçimli vücutlarını olağan karşılayan senin gibi çocukların arasında yaşamış olsaydın, kahramanlığın ne demek olduğunu nasıl öğrenecektin? O yıllardaki arkadaşlarından biri tombul, atletik yapılı olmayan, gözlüklü, yok denecek kadar küçük çeneli bir oğlandı, ama diğer çocuklar  keskin zekası, esprileri ve matematikteki başarısı yüzünden onu çok severlerdi, seni en çok etkileyen özelliği de sık rastlanmayan özverili biri olmasıydı. Yatalak bir kardeşi vardı, gelişmesini engelleyen ve kemiklerinin kolayca kırılmasına neden olan bir hastalığa yakalanmıştı; kemikleri sert bir yüzeye hafifçe değse bile hiç nedensiz kırılıyordu; birkaç kez okuldan sonra arkadaşının evine gittiğini ve sizden bir-iki yaş küçük olan kardeşinin hastane yatağında makaralara, tellere bağlı, bacakları alçıda, kafası kocaman, benzi inanılmayacak kadar solgun bir halde yatışını gördüğünü anımsıyorsun; o odada ağzını açıp tek kelime edememiştin, gergindin, belki biraz ürkmüştün; ama arkadaşının kardeşi tatlı bir çocuktu, sıcakkanlı, dost canlısı bir oğlandı; onun o yatakta yatmasını çok anlamsız, çok zalimce bulurdun ve onu her görüşünde neden senin değil de o çocuğun o gövde içinde hapsolmasına hangi ahmak tanrının karar verdiğini düşünürdün. Arakadaşın kardeşinin üzerine titrerdi, tanıdığın diğer kardeşler kadar yakındılar birbirlerine; özel, iki kişilik bir dünyayı, ikisinin de tutkuyla oyadıkları hayali beyzbol oynunun egemen olduğu gizli bir evreni paylaşırlardı; zarlar ve iskambil kağıtlarıyla oynan, karmaşık kuralları, şaşmaz istatistikleri olan bir masa oyunuydu bu, oynadıkları her oyunun, bütün mevsimi kapsayan bütün oyunların kayıtlarını özenle tutarlardı, yıllar geçip giderken bir ya da iki ayda birbaşka bir sezona geçerlerdi; hayali oyunların sezonları peşpeşe devrilirdi. 1957-58 kışında, Dodgers takımının Brooklyn'den Los Angeles'e taşınmasından kısa bir süre sonra bir akşam, sana telefon edip milli takım top tutucusu Ray Campanella'nın araba kazası geçirdiğini ve sağ kalabilirse bile ömrünün sonuna kadar felçli olacağını haber veren kişinin o arkadaşın olmasındaki isabeti şimdi farkediyorsun. Arkadaşın telefonde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. (sayfa 165-167)

Ve bu hikayeyi okurken ben de ağlıyordum.