30 Nisan 2009 Perşembe

KENDİ MAYININIZ DONMUŞ YÜREKLERİNİZDE


Acımıyorum artık sizlere. Cahilliğinizin pençesinde, etrafa saldırıyorsunuz. Gözleriniz kör, yürekleriniz donmuş nefretten. Sanrılarınız acınası: kurban görüyorsunuz kendinizi. Aslında kendinizin kurbanısınız yalnızca. Türkiyenin her yeri aynı, insanlar kendi imkanlarını kendi yüce yürekleri ile yaratıyor. Sizin içiniz yalnızca kin, nefret dolu. Bekliyorum.......Sizin kendi mayınlarınız, kendi donmuş yüreklerinizde: kin ve nefretiniz. Gün be gün artacak.......ve bir gün kendiniz çekeceksiniz pimini, bitirecek sizi mayınlarınız. İçinizde büyüyen nefretle öyle modifiye olacaksınız ki, insana dair hiç bir geniniz kalmayacak ve birbirinizin etini yer duruma geleceksiniz. Arkanızdan ağlayanlar olmayacak, hepinizin pimi aynı anda çekilecek. Ağzından köpükler saçarak, vahşice saldırıyorsunuz haçlılar gibi. Öldürmek mutlu ediyor, içinizdeki canavarları. Çocukları ağlatmakla kahkahlarınız yükseliyor. Taa arşa deyiyor. Ama arş bu kahkahaların kirliliğinin farkında. Her dalganın çarptıktan sonra geri dönüşü gibi, geri dönecek bu kahkahalar size, acı olarak. Acınası haliniz... ama ben artık size acımıyorum. Ve bir Türk annesi olarak hiç affetmiyorum.

29 Nisan 2009 Çarşamba

SON TAHLİLDE



İçimden geldi, yüreğimi, ruhumu, zihnimi iyi olan şeylere açıyorum. Ruhumuzun naifliğine uygun materyallere açıyorum. Hani bahar çiçekleri gibi, yavru kedinin patileri gibi şeyler.............Artık anladımki, şunu yapmamalıyım dedim mi, kısa süre içinde alasını yapıyorum:). Birkaç gündür bu mekanizmanın peşindeki bir dedektif gibiyim. Canım Düşümün de dediği gibi, içimdeki bencikleri red etmeden, görmeliyim, onların da benim parçam olduğunu anlamalıyım. Ama efendiyi doğru seçmeliyim. Dolayısıyla, ben, yapmamalıyım dediğim an, onları dışlıyorum. Ama onlar var; ben dışladığımda, kendilerinin varlığını kanıtlarcasına, görevlerini daha bir belirgin şekilde yapıyorlar. Ben de ağzımın payını almış olarak, vicdan azabı yanımda kar, oturup kalıyorum. :(


Pupa yelken, iyilikler, güzellikler diyarına giderken, gitmeye karar vermişken, bizim yaramaz tayfaları göz ardı etmeyeceğiz anlaşılan. Son tahlilde, onlar da benim yavrucuklarım:). Ben yüreğimi açtım güzelliklere. Güzellikler doldukça, bizimkiler eskisi kadar faal olamayacklardır belki de. Ama biline ki efendi: GERÇEK, ÖZ, HAS BEN yani O. Neymiişşşşşş, bencikler kakalanmayackmışşşşş, dikkatle izlenecekmişşşşş, yarmazlık yapmaya başladıklarında şşşşt denip, kulakları çekilecekmişşşşşşşş. Bu benciklerin diyetine dikkat edilecekmişşşş. Nefret, kıskançlık, mızırdanma, tembellik diyetlerinden hemen çıkarılacakmışşşşşş.


(Siz eve gidince görürsünüz. Ben şimdi milletin yanında dişlerimi sıkıyorum. Evde canınıza okuycam. sus sus bakim, aaa hala konuşuyo. Eve gidiyim hepinizin ağzını caarrrtttt diye yırtmazmıyım:):):))))).

28 Nisan 2009 Salı

TATİLİM GELDİ:)

Yorgunum; iliklerim, kemiklerim, karaciğerim, apandistim hepsi yorgun. Ama en çok da ruhum. Ruhum internette gezinirken bu resmi gördü. İmdaaat diye bağırdı: bana ne ben buraya gitmek istiyorum diye tepiniyor. Kendileri burda akşam üstü oturup, soğuk soda içerek kitap okuyacakmış. Dur dedim, şimdi olmaz dedim, ders çalışmak lazım dedim. Laf anlamıyor. Ama buraya da gidilir hani. Mis gibi duş alınmış, hafif esen rüzgar parfümünüzü dans ettiriyor bronz teninizde. O puf puf koltuklara şöööyle uzanılır. Zeugmanın paganinisi açılır, buz gibi soda kadehe doldurulur. Kadehin yanına limon dilimleri sıkıştırılır. Belki üzerine 2 yaprak taze nane atılır. Mevsim meyveleri tabağa doldurulur. Ve gözler denizde öyleceeeeeeeee durulur. Zaman durdurulur.
Yahu benim tatilim geldi.

27 Nisan 2009 Pazartesi

BU ARALAR


Bir dolgunluk var bu aralar,

Yüreğimle midem arası bir mahallede.

Göz pınarlarıma kadar bası yapabilen.

Burun kemerimde sızılara neden olan.

Helezonvari, bir yukarı çıkan

Bir aşağı inen bir basınç.

Korkuyorum; olmadık biryerde

Olmadık bir zamanda patlayacak diye.

Patladığında, bütün parçalarım

Anılarım, kırgınlıklarım

Kızgınlıklarım, yıpranmışlıklarım

Etrafa saçılacak.

Ben izleyeceğim onları öylece.

Etrafa uçuşmalarını, ateş böcekleri misali.

Bakıp kalacağım donmuşçasına.

Bu küçücük benciklerin hepsi

Benim içimdemiydi?

Savrulacaklar evrene.

Korku mu dolacak içime?

Ayrılmanın acısı mı kavuracak yüreğimi?

Civcivin yumurtayı zorlamaya başladığı,

Tırtılın kozasını delmeye başladığı anlar mı bunlar?

Canım yanıyor.

Yanan canım mı?

Kabuğum mu?

Bırakayım yansın mı yanan?

Yoksa ninniler mi söyleyeyim yine ona?

Dilim yorgun ninnilerden.

Yağmur yüklü bulutlar gibiyim.

O basınç, yağmur öncesi alabora mı?

Es bakalım,

Es savur.....

Tozu dumana karıştır.

Yoruldum artık.

Senle savrulacağım bu sefer.

Gökyüzü alabildiğine gri.

Bense soluksuz, yorumsuz.

Biliyorum fırtına geliyor.

Ama kaygısızca bekliyorum.

Bu sefer rutin kabusumun en korkunç yerinde uyanmayacağım.

İnadına kapayacağım gözlerimi.

İnadına devam edeceğim kabusuma.

Taki, nefesim durana kadar.

Belki kopar o zaman fırtına.

Belki patlar içimdeki bomba.

Belki o zaman yağmura gebe bulutlardan süzülür damlalar.

Belki ben bakarken benden savrulanlara,

Affederim kendimi.

Unuttuğum ben olurum yine.

25 Nisan 2009 Cumartesi

YUMUŞAKÇA


Geçen haftayı Zeugmanın Paganinisini dinleyerek geçirdim. Bu haftayı da Birazın Maria Menasını dinleyerek geçireceğim anlaşılan. Uzun bir süredir Pinonun Blackmores Nightını dinliyorum. Baktım da birbirine çok benzer melodiler. Böyle olması çok normal. Onlar BEN aslnda. Anladım ki, ben tam anlamıyla bir bir yumuşakçayım. Nedir bu yumuşakça? Açıklayayım hemen, herşeyin yumuşağını seven.

Taa çocukluğumdan gelen bir özellik bu. Çocukluğumdan beri, kulak memesi hastasıyım, kendiminki dahil, çok severim kulak memelerini. Tıpkı bir meditasyon gibi. Farkında olmadan elim ona kayar. Kollarımın ve ellerimin yumuşak yerleri de buna dahil. Sırtım ve kollarımın sevilmesi beni uyutır hemen. Küçükken kürklü kadınların kürklerine sinsice dokunmam da bu sevgimden kaynaklanır. Çıtır şeyleri sevmem. Pidenin ve ekmeğin yumuşağını severim. Yumuşak melodileri severim, bangır bangır müzikler bana göre değildir. Yumuşak sesli ve yumuşak bakışlı insanları severim. Yüksek sesli konuşmalar çarpıntıya neden olur bende hemencik. O yüzden hiç televizyon izlemiyorum. Bu tip konuşmalardan uzak kalıyorum. Adrenalini hiç sevmem. Lunaparkları sevmem, sarsalanmaktan ve sallanmaktan hoşlanmam. Bunun yerine bir ağaca çıkıp, çağla yiyerek kitap okumayı tercih ederim. Sıkıcı mı geldi size? Yeni yıkanmış çarşafları ve nevresimleri sevmem. Ben üzerinde yattıkça yumuşasınlar ve ben gibi koksunlar isterim. Marshmellowlara bayılırım; özellikle çilekli olanlara. Tek serettiğim televizyon dizisi sünger bob. İşte ben buyum dostlar, elimden gelen bu. Yumuşak yumuşak yaşamak istiyorum. Yüksek ses istemiyorum, bağırıntı, küfür duymak istemiyorum. Sesimi yükseltmek zorunda kalmak istemiyorum. Didişme, yarışma istemiyorum.

Bu evrenden sessiz ve yumuşakça geçip, tüm yumuşak şeylere dokunduktan sonra, yumuşakça ONA kavuşmak, yumuşak merhametine sarılmak istiyorum. İtiraf ediyorum ben bir yumuşakçayım.

24 Nisan 2009 Cuma

DUYURU


Herkesin sizi sevmesini mi istiyorsunuz? Cep telefonunuzun sürekli çalmasını, insanların sizi yemeğe davet etmesini mi istiyorsunuz? Öyleyse, şu küçük anahtar size bu bol arkadaşlı dünyanın kapısını hemen açacaktır:

HERKESE DUYMAK İSTEDİĞİ ŞEYLERİ SÖYLEYİN, DUYMAK İSTEMEDİKLERİNİ ASLA!

İşte bu kadar basit. Ama küçük bir komplikasyonu var. Sevgilerin gerçekliği hakkında herhangi bir garanti veremiyoruz.

Her türlü sorununuz özenle çözülür. Bizi arayın.

044466688880000

19 Nisan 2009 Pazar

DAHA AZ



Daha kısa yazılar yazmak istiyorum, 2 paragrafı geçmeyen. Daha az arkadaşım olsun istiyorum; yüreği yüreğime değen. Daha az yapılacak işim olsun istiyorum. Bölük pörçük olmayayım aralarında. Hepsi yarım, ben yorgun, ben tatminsiz. Daha az şeyim olsun. Gözüm gibi bakayım ama onlara. Tıpkı eskisi gibi. O kadar az olsunlar ki, dost olayım onlarla. Duygusal bağlarım olsun, benim olan şeylerle. O kadar az eşyam, mobilyam olsun ki, bana yaşayacak yer kalsın. Onların kölesi olmayayım artık. Tıpkı eskisi gibi; 2 somya, bir kare tahta masa, 4 sandalye. Yerler yine beton olsun, yine ben onları yıkayayım, sonra miss gibi koksun. Çok az eğlencem olsun. Tıpkı eskisi gibi; babaannemle sağdan gelen senin, soldan gelen benim oyunu oynayayım. Daha az şey yiyeyim, sadece karnımı doyurmak için. Kitap okurken yediğim peynir, ekmek, taze soğan gibi.......Silkelenmek istiyorum, tıpkı pirelerinden kurtulmak isteyen yavru bir köpek gibi. Herşeyi atmak, camdan fırlatmak...Nefes almak istiyorum, boğuluyorum.......... Yıllardır biriktirdiğim çöp kutusunu daimi olarak boşaltmak istiyorum. Bir tek, sadece, yalnızca, O'nu istiyorum. Koşmak, Ona doğru koşmak istiyorum, Nefesim tıkanırcasına, kalbim göğsümden çıkacakmış gibi. Biliyorum beni sevgiyle kucaklayacak. Herşeye arkamı dönüp, O'nun kollarına koşmak, kucağında dinlenmek istiyorum. Sanki ancak o zaman nefes alabileceğim, ruhum sadece o zaman huzur bulacak. (üff ya, bu yanımdaki tip de kim, kışşt bakiim, ben yanlız olmak istiyorum diyorum bu peşimden geliyo, nedir benim çektiğim...heyyy sana diyorum, kırmızı kafa mahallemize geldik, düş yakamdan, burası benim bloğum, sen kendininkine git. hem ayrıca bu benim hayalim ne işin var senin burda. bak şimdi uhrevi çizgimden çıkıp döncem sana, sonra kötü olcak, cık cık cıkkk...)

18 Nisan 2009 Cumartesi

EMANETLERİMİZİ GERÇEK SAHİPLERİNE VERELİM


Bazen çok dalıyoruz. Çok kopuyoruz gerçeklerden. Yoldaki ateş böceklerinin yalancı ışıkları gözlerimizi alıyor. Oysa gerçek güneş, gökte, pırıl pırıl. Ateş böceklerinin mırıltıları da ışıkları kadar yalan. Fısıldıyorlar dama: herşeyi sen yaptın, hepsi senin hakkın, onlar da yeterince çalışsaydı, onların da olurdu............

Belki de evren bazılarına daha fazla şeyler verdi: daha fazla para, daha fazla mal, daha fazla zeka vs vs vs. Şanslı gruptan olduğumuzu düşünürüz. Bunları hak etmişizdir. Oysa, evren bu daha fazla olanların hepsini bize vermemiştir. Nasıl mı? Bir kısmını bize borç olarak verir. Ki, biz onları gerçek sahiplerine verelim. O fazlalıklar bize sadece emanettir. Gerekli zamanlarda, gerçek sahiplerine vermek üzere. Bize sunulan ne kadar çoksa, borcumuz da bir o kadar çok oluyor. Kazandığımız paranın bir kısmının borç olduğunu unutmamak lazım. Belki de okulda çalışan müstahtemden almışızdır o borcu. Bize verilen zekayla herkesin hayrına olacak şeyler üreterek borcumuzu ödeyebiliriz. Bize verilen hayırlı evlatları iyi yetiştirerek borcumuzu ödeyebiliriz.

Benim, ben kazandım, onlar da çalışsalardı........Büyük yanılgı. Karşı komşumuzdan, yuvadaki çocuklardan, okuyacak parası olmayan öğrenciden aldığımız borçlar ne olacak. "O", onları gerçek sahiplerine vermek üzere bize emanet mi etti yoksa?

16 Nisan 2009 Perşembe

ANLADIM Kİ


Gerçek dost nedir?

  • Üzüntüsünü, sıkıntısını rahatlıkla gocunmadan sana açabilendir. Bu önemli bir husus, bir ip ucu. Bunu yapabilmesi, sana güvendiğini gösterir ve sana değer verdiğini.


  • Yeri geldiğinde senden özür dileyebilendir.


  • Bazen o haklı olsa bile senden özür dileyendir. Bu da önemlidir, bazı konularda geri adım atmak sevgi ve saygının zedelenmesine engel olur. Bu da size verdiği değerin başka bir göstergesidir.


  • Ve asla ama asla senin arkandan konuşmayandır. Bu olmazsa olmaz koşuldur. bazen acı da olsa sözünü yüzünüze söyler.


  • Özverili ve fedakardır. Bu önemli bir konudur. Sorunsuz zamanlarda herkes iyi dost olur mesele ihtiyaç anında dosta el uzatmaktır, koşul ne olursa olsun.


  • Sizi affeder.


Gerçek dost ne değildir?

  • Asla yalancı değildir.


  • Çıkarcı değildir.


  • Sizi yarı yolda ve ortada bırakmaz.


  • Sizi iğnelemeyen, derdini açıkça söyleyendir.


  • Kendi doğrularınızı söylediğinizde size karşı tavrı değişmeyendir.


Benim böyle bir tanecik dostum var. Gözüm gibi bakıyorum ona. Eğer sizin de böyle bir inci taneniz ya da taneleriniz varsa, onu yüreğinizde koruyun. Allah nazarlardan saklasın. Aaaaminnnnnn.

14 Nisan 2009 Salı

EGOSAL İMAJİNASAYONLAR


Nedir bu egonun elinden çektiklerimiz. Yahu insan kankasına bu kadar da yapmaz ki. Şunun şurasında yıllardır birlikte yaşıyoruz, her daim benden besleniyorsun. Kanımı kuruttun. Egonun da bi sınırı olmalı canım....Ne hallere düşürdün bizi. Nasıl da inandırıcı kandırmaların. Bir olayı, bir kişiyi allayıp, pullayıp nasıl da bambaşka sunuyorsun önümüze. Valla pes, helal olsun sana.

Amaaa, bu arada, maymunun gözü açıldı. BENi de hiç hafife alma. Sobelendin bi kere artık. Seni izliyorum:)

12 Nisan 2009 Pazar

ŞAPKAMI ÖNÜME KOYDUM


Bu günkü konumuma belli bir bakış açısıyla geldim. İyisiyle, kötüsüyle. Oturup tahlil etmem gerekiyor bakış açımı, belli aralıklarla. Doğrularımı alkışlıyorum yüreğimle. Yanlışlarımı oturup düşünüyorum. Dedemin deyimi ile: şapkamı önüme koyuyorum, başımı ellerimin arasına alıyorum ve düşünüyorum. Neden yaptım bu yanlışları? Neden yaptığımı belirleyebilirsem, mümkünse yeniden yapmam. Bunların yanlış olduğunu kabul etmem demek yeni bir bakış açısı demek. Yeni bir pencereden bakmak demek hayata.

Hataları eksikliklerim yüzünden mi yaptım? Yani birşeyler var olmalıydı da ben de yokmuydu? Yoksa, fazlalıklardan dolayımıydı bu yanlışlar? Yani ben olmayan benciklerden mi çıkmıştı bu kusurlu bakış açıları? Bunlar sonradan mı bulaşmıştı zihnime, aslında ben değillerdi de, benmişim gibi beni mi kandırmışlardı? Ben olmadıkları için yama gibi mi durmuşlardı BENde? Olaylar karşısında cevaplayıcı, çözümleyici olmak yerine tepkisel mi davranmışlardı bu yalancı benler? Hep avaz avaz bağırmışlardı sanki, hep dışsalı suçlamışlardı. Kaleler kurmuşlardı kendilerini savunmak için, yüksek yüksek kaleler. Neden bu kadar defansiftiler, neden kendilerini korumak ve savunmak zorudaydılar? Onlar da biliyorlardı sadece ben olduklarını ve BEN olmadıklarını. Bu yüzden korku içindeydiler, ya BEN onların BEN olmadığını anlar ve onlarda bu evrendeki varlıklarını yitirirlerseydi........Onları bu kadar saldırgan kılan, korkularıydı, korkularının nedeni gerçek olmadıklarını bilişleriydi. Bunlar sonradan eklenmiş, imitatif benciklerdi. Gerçek olanı yaratılış evremizde en büyük BEN'den almamış mıydık zaten ? merhameti, sevgiyi, fedakarlığı, dürüstlüğü.........peki bu kıskançlık, hırs, zihinsel konuşmalar da nerden gelmişti?

Yeni bir pencereden bakmak, BEN'e kapımızı açmak için, içimizde yer açmalıyız. Bencikleri çıkartmalıyız içimizden. Hafiflemeliyiz giden benciklerle beraber. Yüreğimiz BEN'e daha bi yakın olmalı ve onun sıfatları ile dolmalı. O sıfatlar ağırlık vermez, kanatlandırır. Kanatlanmak istiyorum. Açtığım penceremden, çiçeklerle bezenmiş kırlara doğru, BEN'e doğru.

8 Nisan 2009 Çarşamba

HAFİF VE NAİF


Her yeni yıl, her yeni mevsim, her yeni ay, yeni gün, yeni saat ve hatta saniye yeni bir başlangıçtır. Kısacası zamanı en doğru tanımlayan kelime "AN" dır. Yani şuan, bulunduğumuz an. Ne kadar şanslıyız, yeni başlangıçlar yapmak, kararlar almak ve aldığımız kararları uygulamak için her an fırsatımız var. Randevu almak zorunda değiliz.



Ben de, tam şuanda kararlar aldım ve uygulamaya başladım.



Bedenle ruh birbirinin tamamlayıcısı. Birindeki etki diğerinde de kendini gösterir. Ruhun tepkileri bendende fiziksel cevaplar şeklinde görülebilmesine rağmen, etki aslında soyuttur, elle tutulmaz, gözle görülmez. Bedensel durumların ruhtaki etkisi, ruhu ya inceltir ya da ağırlaştırır. Bende bu bildiklerim ışığında, daha sağlıklı bir bedene ve daha naif bir ruha sahip olmak istediğime karar verdim. Arınmak istedim sanki. hafiflemek, bedenime ve ruhuma ağır gelen fazlalıklardan kurtulmak istedim. Silkinmek, zihnimdeki pireleri kovalamak istedim.

İlk olarak yeni bir beslenme düzeni oluşturdum. Ben buna guguk diyeti diyorum. Valla öyle 3 günde 5 kilo verirsiniz, çağla şikel gibi olursunuz tarzında propagandalarım yok. Efendim benim sloganım şu:

Sofradan doymadan kalk, acıkmadan ye, her türlü besinden ye ama azar azar ye. Nasıl ama. harika dimi? yemek tabağımın boyutunu küçülttüm. Öğün sayım doğal olarak altıya çıktı. Bir aydır hiç kola içmiyorum (bana bakın, küçümsemeyin, bu benim için devrim demek). Kola dışında başka bir içecek sevmediğim için de geriye içecek olarak su kalıyor. Bol bol su içiyorum. Masamda sürekli pet şişede su var. Aklıma geldikçe tepeme dikiyorum şişeyi. Kliniğe giderken de yanıma küçük pet şişe ile su alıyorum.

İkinci önemli konuya gelelim. Yemekleri yavaş yiyor, bolca çiğnemeye çalışıyorum. Ben normalde lokmaları ağzımın içinde bir kere çevirip, löp diye yutanlardanım. ve öyle hızlı yemek yerim ki, herkes çorbayı içerken, ben kürdanla dişlerimi karıştırıyor olurum. (arkamdan atlı kovalıyor ya). Kendimi kontrol edebilmek için, buaralar lokmaları çiğnerken, sayıyorum: biiir, ikiii, üç,,,,,,,, taki lokma, gerekli kıvama gelene kadar.

Üçüncü önemli nokta: aynı öğünde tek çeşit yiyorum. Bir kaç çeşidi midemin ve barsaklarımın hazmetmediğini farkettim. Mesela sadece makarna, sadece çorba, sadece et.....

Dördüncü önemli nokta: et ve kızartma yemekten mümkün olduğunca kaçınıyorum. Ara öğünlerimde, light yoğurtla karıştırılmış yulaf ya da kepek yiyorum. Yalnız bu arpa, yulaf ve kepek muhabbetlerinden sonra kişnemeye başlarsam şaşırmayın. Zaten buaralar kırlara olan özlemimde pek bi arttı. Hadi hayırlısı....

Beşinci önemli nokta: uzun süreli aç kalmıyorum. 3 saat ara ile atıştırıyorum. Mesela öğlen yemeğinden 2 saat önce, yulaf-yoğurt karışımımı yiyorum. Akşam yemeğinden önce 1 salatalık ve 1 havuç yiyorum. Uzun süreli aç kaldığımda, az da yesem hazımsızlık çektiğimi farkettim.

haa, buarada tuzu da biraz azaltmam lazım.

Havalar güzelleşiyor, günlük yürüyüşlere başlama zamanım geldi. Yeşilliklerde kitap okuma zamanı da.

Yeni mevsimleri, yeni günleri, yeni olayları, yeni dostları daha hafif ve daha naif olarak karşılamam lazım. Ruhumdaki ve bedenimdeki ağırlıkları atmam, silkinmem lazım. Zihnimdeki öten kurbağaları, tanzanyaya göndermem lazım. etrafımdaki karamsar baykuşları kafdağına süresiz tatile yolladım bile. Güzelliklere, merhamete, anlayışa, sevgiye, dostluğa, fedakarlığa yer açmam lazım. O yüzden bazı şeylere veda etme zamanı geldi bile. gerçek BEN'e ulaşmak için aynamı parlatmam lazım. Bana yeni bir bakış açısı lazım.

7 Nisan 2009 Salı

CEVİZ AĞACI İLE SOHBET


Yürüdüğüm yolda durdum, şöyle bi soluklanmak için. Oturdum kenardaki ceviz ağacının altına. Pek bi heybetli ağaç. Beni hiç sorgulamadan misafir etti, yapraklarının altında. Dayadım sırtımı cevizin gövdesine. Ne kadar da sarsılmazdı. sanki binlerce yıldır ordaydı ve binlerce yıl daha orada kalacaktı. Güven verdi bana sağlamlığı. İçimi açayım dedim, dinler mi acaba beni? Dinleyeceğini düşündüm. Binlerce yıldır orada değil miydi? Kim bilir kaç kişiyi misafir etmişti serin gölgesinde. Kimseler geçmezken yolda, beklemişti, yarenlik etmek için bir dostu. Gölgesi ne kadar huzurluydu, hafif esen rüzgar içimin sıkıntısını taktı koluna götürdü uzaklara; taaa kaf dağının ardına. Öyle bir sessizlik çöktü ki, ilk kez duydum sessizliğin sesini. Bir ben vardım, bir ceviz ağacı sanki bu evrende.

-sevgili ceviz ağacı, çook uzun zamandır yürüyorum, yoruldum.

-yorulmuş olabilirsin belki ama zaman sandığın kadar uzun değil.

-pek çok şey gördüm ve pek çok insanla karşılaştım bu yolda.

-bak işte bu doğru, önemli olan süreç değil, bu süreçte karşılaştıkların. bir de bunları nasıl derlediğin.

-güldüm, ağladım, kızdım, kırıldım, kırdım....ama galiba hepsi bende birer iz bıraktı. Bu nedenle iyiydi ya da kötüydü diyemem. haksızlık olur. kötüyse bile ikimiz birden kötüydük bu karşılaşmada. Bir dostum var adı Tutsak, belki bi gün o da geçer burdan, gölgene misafir olur ve tanışırsın. bana bir cümle yazmıştı "her firavuna bir musa, her musaya bir firavun lazım, firavunsuz musa, musasız firavun olmaz".

-akıllı adammış, umarım tanışırız.

-neden olmasın, o da bu yollarda, zamanı gelince tanışırsınız.
-bu yüzden ad koymuyorum beraberliklerime iyi ya da kötü diye. anladımki tüm ilişkiler benim iç yüzümün bir yansımasıydı ve öyle olmalıydı.
-işte ben binlerce yıldır öylece burdayım. geleni geldiği gibi kabul ettim. o gün ceviz ağacı ve misafir olmalıydı, olduk. tıpkı senin gibi yaslandı. biraz ben gövdemin sıcağından ona, biraz o bedeninin sıcağından bana sundu. alınacaklar alınıp, verilecekler verildiğinde, yolcu yoluna devam etti. Ben yine burda kaldım.
-hiç sıkılmadın mı ceviz ağacı? öylesine burda beklemekten, yürüyüp gitmek istemedin mi, dalına konan kuşun peşinden. hiç merak etmedin mi şu dağın ardını?
-hayır, ben burası olduğu için varım. bu çayır, arada bir altımdaki çimenleri yiyen yavru keçi, rahvan esen yel ve ben bu tablonun bileşenleriyiz. bu tablodan birini çıkardağında tablo olmaz. TABLO BU: ben, keçi, rüzgar. o yüzden hiç merak etmedim dağın ardını. biliyorum o dağın ardındaki tabloda da başka bir ceviz ağacı var. o tabloyu tablo yapan. tıpkı musa ile firavun gibi.
-huzur verdin bana ceviz ağacı. çabalamaktan yorulmuştum. ruhum dinlendi, kaslarım gevşedi. buyurduğun hayat pek bi güzel. gözlerim kapanıyor. gölgende uyuyabilrmiyim?
güldü....
-zaten sadece bunun için burdayım. varlığımın tek sebebi bu.
derin bir uykuya daldım, ceviz ağacının güvenli kollarında.

5 Nisan 2009 Pazar

İÇSEL İHANET


En çok kim yanıltır bizi?
Dostlarımız? eşimiz? çocuklarımız?
Ummadığımız dağlara kar yağdıran kim?
Oysa biz onları çok sevmedik mi?
Yürekleri yüreğimizden daha önemli
Sözleri fikirlerimizden daha değerli olmadı mı?
Nerde yanlış yaptık?
Yeterice sevemedik mi?
Yeterince veremedik mi?
Hayatımızı onların hayatının önüne mi koyduk yoksa?
Kırmamak adına kaça katlandık bilinmez
Katlanmalar düğüm oldu çözülmez
Suçlamaları çoktaaan hakettik biz
Hep eksiğiz heeep yarım
Birileri hükmümüzü vermeli
Suçların bedeli ödenmeli
Sevdik ya bi kere
Değer verdik ya
Tıpkı açık senet gibi, altı imzalanmış
İstediğini yazsın üstüne, öderiz
Peki kim yanılttı bizi
Kış görmeyen dağlara
Kim yağdırdı karı?
Kuzu kılığındaki kurtlar mı sardı etrafımızı?
Yok, o kadar insafsız olmayalım
Biz yanılttık bizi
BİZ
Onlar kurttu
Biz onları kuzu postuyla sardık
Alışverişlerin adını dostluk yaptık
Heveslere aşk deyip yüreğimizi açtık
Biz getirdik kendi sırtımızı yere
"O" diye baktığımız herşey "biz"dik oysa
"Sevgi" sandığımız herşey kendi yüreğimiz
Anlamadık.
En çok, adını kendi koyduğumuz sevgiler vurdu bizi sırtımızdan
En çok, adına aşk dediğimiz kısa hevesler
En çok, yüreğimizle bakıp
Kendi yüreğimizi "O" sandığımız ilişkiler.
Tek başına binmişiz tahteravalliye,
Bi o yana koşmuşuz bi bu yana,
Karşılıksızlığı görmemek adına.
Tek kişilik tiyatroda
Duyduğumuz tüm replikler
Bizim yürek yansımalarımızmış
BİZ ANLAMADIK
TEK İSTEĞİMİZ BİR AVUÇ SEVGİYDİ
ONU DA YANLIŞ YERDE ARADIK

3 Nisan 2009 Cuma

MEVSİMLER


Dün güneş pırıl pırıldı gökyüzünde

Pencere kenarına oturunca

Sırtımız ısınıyordu bahar güneşiyle

Selam olsun, gönlümüzü ısıtan

Güneşli günlere......

Bugün, bulutlar neyi varsa döküyor

İçi dolmuş, taşıyor

Mis gibi kokan toprağa,

Ruhumuzu yıkayan yağmura

Selam olsun......

Ne parlayan güneş

Ne yağan yağmur

Tercihim yok

Bu gün güneş yok değil

Sedece bulutların ardında

Yağan yağmur, yarinki pırıl pırıl havanın habercisi

Yağmur yağarken şırıltısına

Güneş açarken pırıltısına aşık olurum

Hepsi hepsinden, ben benden öte

Verene şükürler olsun

Farkı farketmek erdemdir

Farklılıklara ad koymadan

Onlara anlamlar yüklemeden

Farklılıklarda O'nun farklı simalarını görebilmektir erdem.



1 Nisan 2009 Çarşamba

ÖZLEM MİMİ


Varlığı yanımda huzur gibi, gülümseyerek izliyorum, oraya buraya koşuşturup iş yapmasını. Her zaman böyle fedakardır. Camları siliyor, perdeleri takıyor, pilav pişiriyor. Onu izliyorum, var olması, içimi huzurla dolduruyor. Ne güzel beraber bi şeyler yapmak. İşimiz bitsin, sıcacık bi yorgunluk çayı içeriz. Ama sanki acelesi var. balkona doğru seyirtiyor. Biliyorum gidecek. İçim içime sığmıyor. Arkasından koşuyorum. sarılıyorum: noolur gitme, lütfennnnnnn.....Öyle sıkı sarılıyoruz ki...tenini, teninin sıcaklığını ve yumuşaklığını, atan yüreğini hissediyorum hem tenimde hem yüreğimde. Beni içine sokuyor sanki. Saniyeler saatler gibi....Ama bir o kadar kısa. Gitmem lazım diyor..yalvarıyorum noolur babaanne gitme, seni çok özlüyorum. Kollarımın arasından küçük bir bulut topu olup uçuup gidiyor, benim bakan gözlerimi geride bırakıp. Bu benim rüyam. Uyandığımda mutluydum. gerçek bir sarılmaydı çünkü, bundan eminim. Ama onu çok özlüyorum. Pamuk kalplim: bırak artık kadıncağızı diyor. Oysa biliyorum o beni bırakmaz. Bırakmıyacağım. Özlemim yüreğimi ancak böyle yakmıyor. Canımmmm, meleğimmm, babaannem, bıdıbıdam. babayem, yumuşak kollum, yumuşak kalplim benim, geri gel