31 Aralık 2009 Perşembe

EN İYİ DİLEKLERİMLE


2009' a güle güle, 2010'a merhaba derken:
Canım eşim, yüreğimdeki yeri doldurulamayacak adam, sırtımı güvenle dayadığım, dağlar gibi güçlü, gizli merhamet küpüm, sevdiceğim;
Biricik sarı papatyam, prensesim, güçlü, ne istediğini bilen yavrum, olgun, akıllı kızım, babası gibi gizli merhamet küpüm, varlığı huzurum;
Biricik mor menekşem, nazlı çiçeğim, ince kalplim, ince ve derin düşüncelim, akıllı, sabırlı yavrum, çıtır pıtır kızım, elleri şifalı, huzur şekerim;
Biricik miniğim, yıllar sonra bizi seçip gelmeye karar vermiş küçücüğüm, hayatımın 3. baharı, umut çiçeğim;
Tüm sevdiklerim, dostlarım;
Yeni yıl hepinize sağlık, mutluluk, huzur, neşe, başarı getirsin. Gönlünüzdeki huzur dolu gülümseme, yüzünüze yansısın.

30 Aralık 2009 Çarşamba

ÇÖZÜMSEL ÇÖZÜLMELER


Anladım ki, herkes uçamaz yukarı doğru yada ne bileyim, belki farklı uçma şekilleri var. Belki de tavukcuk, yerden 5 santim yükselip, tozu toprağa karıştırmayı uçmak olarak tanımlıyordur, kendi sınırlılıkları çerçevesinde. Küçük serçe daldan dala özgürce konabilirken, koca kanatlı şahin kimbilir hangi ülkelerin hangi yüce dağlarını gördü. Al başına belayı hani çözüm bulacaktık. Bulduğunu düşündüğün sanki yeni çözümsüzlüklerin annesi. O zaman kendimizi zora sokmayıp, kolay olanı mı kabullensek ki? Bazılarının kanatları yoktur ve uçamaz. Bak ne kolay oldu işte. Çünkü belki de uçmamaları gerekiyordur, orada kalmaları, eşelenmeleri, rendelene rendelene öğrenmeleri, belki yeterince rendelenirlerse derilerinin altındaki o gizli kanatları çıkar. Bak şimdi, yine geldi kanatlar ve uçma gündeme, hiç vazgeçmiyor bu umutlanma şeysi. Unut kanatları canım, uçmayı hiç aklına bile getirme. Olanı yaşa. Uçamıyorsan, uçamıyorsundur işte. Özetle, hayat bu işte, olanı yaşamak. Yaşarken uçamadığını görüp kendini ilaveten rendelememek (bu rendeleme işi de Müslüm babanın arabeskine döndü ama neyse).
Yav siz bu yazının sonucunda bir çözüm ışığı gördünüz mü? Ben parlak bir fikir bulduğumu düşünüp hevesle yazmaya başlamıştım. Ama yazdıkça o ışığın bi parladığını, bir söndüğünü, arada bir hafif ışıldadığını gördüm yalnızca. Sonuç ise yine bi bilinmez. Keşke başlığı "çözümsüzlüğün düğümlenişi" falan yapsaydım.
2009 bitiyor, adı üstünde koca 2010 geliyor; ben bi uçup uçamayacağıma bile karar verebilmiş değilim. Amaaan, herşey Yüce Makamdan diyelim, tevekkül edelim, O neylerse güzel eyler. Ama yine de aklınıza çözüme benzer bişeyler gelirse mutlaka paylaşın. Ben burdayım, müsaitim, sabırla kendi kendimi, azcık da çevremi rendeliyor olacağım (gırç, gırç,.......)
İyi Yıllar arkadaşlar.

28 Aralık 2009 Pazartesi

GÖKYÜZÜNE HASRET

Öyle sıkıştım ki, o tarafa adım atacak olsam onun sivrilikleri, benden yana kaçacak olsam benim keskinliklerim batıyor. Yukarı uçabilmek istiyorum, yükselsem, yükselsem, dağların ardına uçsam.......diyorum.

23 Aralık 2009 Çarşamba

HALİL CİBRAN'DAN

"Kıskananın sessizliği çok gürültülüdür".

"Kıskanç olan beni farkına varmadan över".

Halil Cibran, Kum ve Köpük

Düşündüklerimi Halil Cibran kadar net, kısa ve bir o kadar da derin anlatmam mümkün olmadığı için Ondan yardım alıyorum. Önünde saygılarımla eğiliyorum.
Henüz bir kitabı olmayan ve belki hiç olmayacak olan ama gördüklerini algılayabilen Guguk


21 Aralık 2009 Pazartesi

BEBEĞİME

BEBEĞİME,
Evren senin varlığınla,
Yapabileceğimi düşündüğüm şeyleri yapamayabileceğimi,
Kesinlikle yapamayacağımı düşündüğüm şeyleri yapabileceğimi gösterirken
Zihnimi bu yapılabilecekler ve yapılamayacaklardan uzaklaştırıp
Sabırla kalabilmeyi,
Bu sabır süresince zihinden, düşünceden değil,
Ancak yüreğimden destek alabileceğimi gösterdi.
Ve aslında,
Bütün bunları kendi başıma yapabilmeyi dilemiştim istemiştim,
Ama kendi kendime beceremeyince,
Evren elini "sertçe" uzatıp,
Bana yardım etti.
tuttu beni, sarstı.
Tokatladı, daha ben bir tokadın sersemliğini atamamışken,
Öbürünü attı.
Görünürde acı verici olsa da,
Bütün bunlar tam da benim ilacımdı.
Neyi istediysem, dilediysem,
Şuanda zorlanarak, üzülerek, acı çekerek yapıyorum.
İşte bu nedenle istemenin, gerçekten istemenin,
Mutlaka karşılık bulacağını öğrendim.
Bulduğumuz şeyin,
Sandığımız şey formunda olmayabileceğini gördüm.
Bu illizyonun aslında, isterken sadece sonuçlara, elde edileceklere odaklanıp,
Bunu elde etmek için yapılacakları gözardı etmemizden kaynaklandığını anladım.
Bu sessiz kalış içinde şeylere bakışım değişti,
Sebep sonuç ilişkileri netleşti.
Şimdi sevgili Tanrım,
Seni nasıl sevdiğimi söylemeliyim.
Ara ara salıverip,
Mızırdansam da,
Bakma sen bana.
Teşekkürlerim sonsuz sana.
Beni benden iyi tanıdığın ve ilacımı tam da zamanında verdiğin için.
Ve biliyorumki,
Sen de beni çok seviyorsun,
İlgin bunu gösteriyor.
Bunu farketmemi sağladığın için müteşekkirim.
Sevgili yavrucak,
Daha dünyaya bile gelmeden,
Vesile olduğun mucizeler için,
Sana da binlerce teşekkürler.
Şimdi ailece ve sevenlerimizce dört gözle bekleniyorsun.
Bunu bil ve hisset.
Aslında ben seni büyütüp eğitecektim,
Ama sen daha gelmeden beni büyütüp eğittin.
Şimdi o cennet mekanında, rabbime emanet ol.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Her konuda hem fikir olamayız.

Hatta çoğunlukla ayrı fikirde olacağız.

Bu çeşitliliğin güzelliğinden gelmekte.

Kendi inandıklarınız ve fikirlerinizin doğruluğuna bu kadar inanmanıza değil ama

Bu inanışınızın size sağladığı rahatlığa ve güce imreniyorum.

Hiç bir zaman doğrularımdan ve doğrularınızdan bu kadar emin olmadım.

Bunu patolojik bir kararsızlık durumu olarak nitelemeyiniz.

Hep açık bir kapı bırakmam gerektiğini düşündüm.

Zaman tanımak, fırsat vermek, evrenin ilerleyişini izlemek istedim.

İçimde, biryerlerde yerine oturan bazı inanışlar oldu.

Bunu eminlik, kanun ve kural olarak tanımlamak yerine,

İnanmak olarak tanımladım.

Bu inanç garip birşekilde hep huzurla kolkola oldu.

Kural olmadıkları için yargılama gereği duymadım.

Ama,

Bakıyorum da ,

Herkesin kuralları var,

Doğrularından eminler,

Seslerini yükseltebilecek,

Yargılayabilecek kadar.

Ağlamak istiyorum.

Küstüğümden değil.

Çünkü,

Çok yorgunum.

Kendi inançlarımı açıklamak istemeyecek kadar.


14 Aralık 2009 Pazartesi

ACABA KİM SUÇLU??????????????


Belki yüreğinize ağırlık verecek ama şunları da söyleyeceğim;
Öldürülen kendi ölümünden dolayı sorumsuz değildir.
Ve soyulan, soyguna uğradığı için suçsuz değildir.
Doğru olan, kötülerin yapıp-ettiklerine bakılarak masum sayılmaz.

Zalim zulmünü işletirken, ak ellerin elleri temiz olmaz.

Evet suçu işleyen kimse, çoğu kez, yaraladığının kurbanıdır.

Halil Cibran /Ermiş

8 Aralık 2009 Salı

AÇILIMA BUYRUN

Evet kısa vadede açılımın sonuçlarını görmekteyiz. Yaşanan sokak olayları, 7 şehidimiz ve Serap şehidimiz.
Bu açılımın mimarları şimdide çıkmış ekranlardan yüzsüzce dtp aleyhine laflar ediyor. Sanki kendi alınları akmışcasına.
Evet Fatih Altaylının yazdığı gibi: dtpliler asın serap şehidimizin yüzünün resmini merkez binasına, her girişinizde bakın, her çıkışınızda bakın. Mutluluk anlayışınız buysa mutlu da olun. İstediğiniz şey herneyse, onu elde etmek için geleceğini kurmanın dışında bir hayali olmayan seraba yaptıklarınızla övünün. Otobüsten alevler içinde düşen kızını elleriyle söndürmeye çalışan babanın, yavrusuna derisini bağışlayan annenin acısı yüreğinizi yaksın. Tabi, eğer bir yüreğiniz varsa.
Aynı şeyleri siz, bizleri yönetme görevini üstleneneler, siz de düşünün. Hemen sütten çıkmış ak kaşık iddiası ile televizyonlarda fetva vermeye başladınız. Bu açılımın mimarları olarak sonuçlarını üstlenmeyecekmisiniz. ne bekliyordunuz. Dağdakiler inecek, islah olacak, merhamete gelecek, bu masal da mutlu mesut bitecek.......
Eeeeee yönetici omak, ülke yönetmek kolay birşey değilmiş. Kolay Atatürk olunmaz. İdareci olmak zeka gerektirir, cesaret gerektirir, herşeyden önce vicdan gerektirir. İşte bu yüzden Atatürk unutulmaz!

2 Aralık 2009 Çarşamba

İŞTE YAVRUM


Yaşasın teknoloji. 4 boyutlu görüntüleme ile bebişi görebildik. Nasıl sevdik onu. Yüreğimiz nasıl pır pır etti görünce. Sanki yıllardır tanıyormuşuz da, çook özlemişiz gibi. tekrar tekrar baktık resimlere, videolara. Nisana görüşürüz bebeğim.

ALLAHIN SOPASI

Bu dünyanın da bir adaleti var. Aslında görüyorum da hiç bir şey öbür dünyaya kalmıyor neredeyse. Sadece doğru olmak, sabırla beklemek ve görmeyi bilmek gerek. Siz sadece dediğime bakmayın. Doğru olmak, sabırla beklemek, görmeyi bilmek o kadar da kolay değil belki ama meyvesinin tadını anlatamam. Kafasının içi planlarla dolu, günlük çıkarlarının hesabını yapan, net doğru ve yanlışları olmayıp, duruma göre doğrular ve yanlışlar oluşturanların sonunu görmek, saklayacak değilim beni mutlu ediyor. Kendini zirveye taşıyacaklarına inandıkları planları, karşısındakine zarar verme düşünceleri ile yola çıkanların hazin sonunu izlemek ibret verici. Oysa plan yapmaya gerek yok. Dürüst olmak tek çare ve çok da kolay olan yol. Meyvesi ise inanılmaz tatlı:)

25 Kasım 2009 Çarşamba

BAYRAMINIZ BAYRAM OLA DOSTLAR


Yeni bir arife gününe daha ulaştık. Bugün hummalı hazırlıklar var evlerde. İnşallah yarına da varırsak, bayramı kutlayacağız. Erken kalkmak lazım, malum kurban işleri var. Kalkalım, açalım şöyle oyun havalarımızı, kutlayalım bayramımızı. Bu bayram 4 kişi gibi görünmekle beraber, inşallah gelecek bayramlara 5 kişi olacağız. Ne güzel kalabalık bayramlar eskilerde olduğu gibi.
Kurban bayramlarında kurban kesemeyenleri unutmayalım. Halamın bir anısı hep yüreğimi sızlatır: zemin kat bir evde otururduk. İnsanlar kurbanlarını keserlerdi. Bizde abimlerle o camdan o cama koşar onları seyrederdik. Komşular nice sonra et göndermeye başlardı ama nedense hep en işe yaramaz yerleri olurdu hayvanın gönderilenler. İçim bir buruk olur ne zaman bu hikayeyi dinlesem. Halamı düşünürüm, babamı ve amcamı. Camdan cama koşuşlarını. Dedemi düşünürüm, bir evin erkeği olarak kurban kesemeyişini. Babaannemi düşünürüm, birşeylerin biran önce gelmesini beklemesini, ki çocukların nefsi körlesin. Gözlerim herseferinde dolar, dalaaar gider. Şimdi babam, babaannem ve dedem yoklar, ebediyete göçtüler. Biz 3 asker kaldık. Kurbanlarımızı kesip, onları anıp, dualarımızı yollayacağız.
Dostlarım, bayramınızı yürekten kutluyorum, bayramınız bayram olsun.

22 Kasım 2009 Pazar

ŞEN OLA İZMİR ŞEN OLA

Gözünü sevdiğimin İzmirlileri, dtp (özellikle küçük harflerle yazılmıştır, bu da benim kınama politikam) konvoyuna gerekeni yapmışlar. Elleri, ayakları dert görmeye. Kadınlar cama çıkıp tencere çalmışlar, akıllarına sağlık. Normalde hiç televizyon izlemem, bu sahneleri tekrar tekrar izleyebilmek için bütün kanalları dolaştım. İzledikçe nasıl coştu içim. Nasıl da aralarında olmak istedim. Tek yürek oldum onlarla. Utanmaz çıkmış benim halkıma faşistler diyor, dönüp kendi faşistliğine bakmadan. Bu milletin de bir sabrı var, taşırmadan akıllarını başlarına alırlar umarım. Suskunluğumuz korkaklığımızdan değil efendiliğimizden, duyrulur. Efendilikte bir yere kadar!

20 Kasım 2009 Cuma

Ben yolumu çizdim, çizmekteyim. Umarım artık işim daha kolay, çünkü bu yolda tek bir trafik levhası, uyulacak tek bir kural var: "Kendine Karşı Dürüst Ol".
Herkesi mutlu edemem, herkesin isteğini yerine getiremem. Bütün arzularım ve beklentilerimin yerine gelmesini de bekleyemem. Ama hiç taviz vermiyeceğim, bir klavuzum olmalı. Sanki bütün kapıları açacak bir anahtar gibi, daha doğrusu benim gitmek isteyeceğim yolların kapılarını. Açmadığı kapılar zaten demekki benim kapılarım değil, tekmelemenin bi anlamı yok. Bu yolda yoldaşlarım olabilir. Yapayanlız da kalabilirim ama eğer taviz vermeden ilerleyebilirsem, vardığım yerdeki güzellikler, iç huzuru bana yalnızlığımı unutturacak kadar büyük olacak. Kantarın ayarını bir de iyi tutturursam, salınımlarımın uzunluğu giderek azalırsa, hayatımdaki bana ait olmayanları daha sıkı eleyebilirsem, ver elini kendi cennetim.

19 Kasım 2009 Perşembe

Değilmiki insanları en çok mutsuz eden "mutlu olmalıyım", "daha da mutlu olmalıyım", "hep mutlu olmalıyım" arzuları?
Ne ki şu mutluluk dediğimiz, peşinde dili sarkmış havhavlar gibi bir ömür boyu koştuğumuz şey peki? Ne menem birşey ki, varlığını hissetmediğimiz her anı mutsuzluk damgasıyla karaladığımız?
Sanki kısacık anlarda sınırlı bu mutluluk lezzeti: karşındakinizin yüreğinizi siz dile getirmeden anladığı o anda, sizin bunu onun gözlerinden anladığınız anda, onun sizin anladığınızı anladığını ince bir gülümsemeyle anlattığı anda, beklemeden verebildiğiniz anda, hiç işinize gelmediği halde doğruyu yaptığınızı bilmenin gururunda, iç dilinizle uyumlu bir şarkı da gülümsediğinizin farkında olduğunuz anda, herşey kötü gidip dururken, bütün bunların bitimliliğini hatırlayabildiğinizde..........................
Hem bir kere yakaladık diye o mutluluğu sahiplenmek, kaybından korkarak, mutsuzluğu bile bile davet etmek niye?
Daha da fazla mutlu olmayı istemek? Yoksa mutlulukla ego hazzını mı karıştırır olduk acaba?
Bizler mutluluğu yakalamak, mutsuzluklardan deliler gibi kaçmak için mi geldik bu dünyaya? eğer öyleyse bu yaşamdan ziyade bir savaş.
Yoksa daha basitçe, evrene saçılmış mutluluk zerrelerini yakalamadan görebilmeyi öğrenmek için mi? Sonra da yola devam etmek için mi?

15 Kasım 2009 Pazar

BEBİŞTEN HABERLER

Beni seven ve merak eden dostlarımın olması ne güzel. Epeydir bebişten bahsetmediğimi sevgili sufi hatırlattı bana.
Dostlarım 5 aylık olduk sonunda. Amniyosentez sonucu problemsiz çıktı. Bu içimizi kısmen rahatlattı. İnsan 39 yaşında hamile kalınca bu tip iç sıkıntılarına maruz kalıyor. Bebeğimizin kız olduğunu öğrendik. Rabbimize şükürler olsun. Bir de grip olmadan şu hamileliği atlatsam dedim ama olmadı 3 gündür ciddi bir halsizlik ve öksürükle boğuşuyorum. Öksürüğüm nedeni ile içerde bebiş 7.5 şiddetinde depremler yaşıyor olmalı. Bugün doktora gidicem. Umarım rahatlarım.
Bu domuz gribi çıktığından beri sağlık güvencesi olmayan ve maddi durumu kötü olanları düşünüyorum. Zaten sıkıntılı bir yaşamları varken bir de bu gribe maruz kalmak onları kimbilir ne kadar zora sokmakta. Devletimizin sağladığı sağlık güvencesi inanılmaz bir nimet, Allah devletimize zeval vermesin. Sıkıntıda olan herkese deva ve şifalar dilerim.

13 Kasım 2009 Cuma

YENİ KİTABIMDAN

"Özgürlük, sonrası sonra düşünülmek üzere yaşanır".

"Batılı dünyasında yaşam, sahip olunan şey. Mülkiyet, kaybetme kaygılarını da beraberinde getirdiğinden, yaşamı böyle algılamak, ölüm korkularının yaşanmasını kaçınılmaz kılıyor".


Engin Geçtan, Kimbilir, Metis Yayınları.

9 Kasım 2009 Pazartesi

YÜCE GÖNÜLLÜ, ÖRNEK İNSANA MEKTUBUMDUR.

Atam,
Bugün siren seslerine tam arabamdan inerken yakalandım. Seni düşündüm, askerlerini düşündüm. Hepinize dualar ettim. Bu sene göz yaşlarımı tutamadım Atam. Kalbim kırık çünkü. Emanetine sahip çıkmak konusunda başarısız hissediyorum kendimi. Ama ümidimi yitirmedim. Bunu senden öğrendim, askerlerinden öğrendim. Ben de senin bir askerinim Atam. İçimdeki bebeğimle beraber, seni düşündük, 1 dakika boyunca. O da ilk 10 Kasımını yaşadı. Ata sevgisini yaşadı. İki kızım da seni çok seviyorlar Atam. Bu da sevecek. Bu çocuğuma da öğreteceğim seni, kurtuluş savaşını, cumhuriyeti. Dolayısyla askerlerin hiç bitmeyecek. İnan, etrafımda benim gibi pekçok askerin var. Bugün bir kadın olarak, arabaya binip, fakültedeki öğretim üyesi görevime gelebiliyorsam Atam, bu senin ve askerlerinin sayesindedir. Hakkınızı helal edin. Yüreğim sevginle dolu, sana minenttarım. O bir dakikada hayal ettim: ellerinden öptüğümü, Sen yüce gönüllüsün, hissettin eminim.
Askerlik vasfın, yöneticiliğin, bilimsel düşünme kapasiten, sanatçılığın hepsi bir yana "Yüce İnsanlığın" önünde eğiliyorum Atam. Her zaman benim Örnek İnsanım olarak hayatımda yer alacaksın. Yattığın mekan nur olsun.
Bir Türkiye Cumhuriyeti Kadını.

28 Ekim 2009 Çarşamba

PARDON, BURASI NERESİ?

Gözlerim görmeyi, kulaklarım duymayı, zihnim anlamayı ve yüreğim kabullenmeyi şiddetle reddediyor bu aralar olanları. Benliğimin tüm parçaları hiç bir şeye karşı böylesine topyekün birlik olmamıştı.
Şehit aileleri, gazilerimiz ve gazi aileleri Türkiye Büyük Millet Meclisine girerken ellerindeki Türk Bayrakları alındı. Türk milleti, kendi meclisine kendi bayrağı ile giremiyor. Ya Rabbim ne günlere kaldık ve daha neler bekliyor bizi? Ama terör örgütü, bayrak dedikleri o paçavrayı cani terör örgütüne ve liderine övgülerle Türkiye topraklarında ellerinde sallayabiliyor, onlara dur diyen yok! Hoşgeldiniz katiller, buyrun ama siz bu vatana evladını veren Türk Milleti, haddinizi bilin bakalım, hımmmm. Sonra DTP liler görür, bozulur kızar, alınır, üzülür belki zavallılar, naaparız sonra?
Size sesleniyorum, ne olduğu bilinmeyen, şehidinin, gazisinin yüreğini ateşe verip, kapısına getiren, Türkün elinden, bayrağını alan hain zihniyet:
Sizi En yüce makama havale ediyorum ve biliyorum ki hainlik her zaman en acı şekilde cezalandırılacaktır, kirli emellerinize alet etmeyin namus bildiğimiz vatanımızı.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Lanet olası düşünce pireleri (evet perileri değil, ne yazıkki pireleri), hep yatağa yattığımda mı gelir doluşur beynime? beni boğar, kalp çarpıntılarımı ve boğulma hissimi tetikler.
Millet koyunları, kuzuları sayar. Bense böyle günlerde düşünceleri bir bir atlatırım çitlerden. Konuşurum, o bi türlü söyleyemediğim şeyleri.
Ve niyeyse, heeep aslında beni çok kızdıran ama bir türlü dillendiremediğim şeylerdir bunlar.
Aslında söyleyen, konuşabilen bir insanım. Ama bazen de söylenmeden de anlaşılmak lüksünü tatmak istemem suç mu?
Doğru, herkes herşeyi anlayamayabilir. Ben aslında kendi yaptığım, herkesi takip edip, anlayıp, ona göre davranma hastalığımı diğerlerinden mi bekliyorum? sonra bunu farkedip, anlaşılamamış olmanın üstüne kendimi suçlu hissedip, çifte kavrulmuş boğuluyorum.
Yok, yok..bu sefer kendime haksızlık etmiyeceğim. Bu hastalık değil. Sadece uzun süredir, beklemeye aldığım, bazı anlaşılma arzularım artık herhalde tavan yaptı.
belki de konuşma zamanı gelmiştir?
iNSANLAR, (sevdiklerim, sevmediklerim),
beni huysuz ve kaprisli çekilmez buluyor olabilirsiniz. Buna itirazım yok. Melek olduğum iddiasını içimde hiç taşımadım. Öyle herkesi, gandi gibi, seven, kucaklayan bir tip değilim. Bunun gerekliliğine de hiiiç inanmadım. Sizlerin hiç büyütmediği şeyler benim için bir cendereye dönüşüyorsa, bu da benim elimde değilse, şunu söylemem gerekir ki, artık bunlar için kendimi suçlayıp, ruhumu her seferinde yargılayıp asmayacağım artık. Belki de bu kaprislerimle görmediğiniz, görmek istemediğiniz, göremediğiniz şeylere ayna tutuyor olamaz mıyım? ilişkilerimi kendi adıma, neyin pahasına sürdürdüğümü daha çok irdeler oldum. "Ben haklıyım" iddiası değil bu. Lütfen bi kerede anlayın, "ben de böyle düşünüyorum" sunusu. Eğer beni hayatınız da tutmaya değer buluyorsanız, bazen haklı bulmasanız bile, bu beklentilerime değer verin.

20 Ekim 2009 Salı

Ne zaman deniz kenarı bir yere gitsek, mutlaka deniz kabukları toplarım. Sanki bir ritüel. Aslında amaç zaman geçirmek ve nedense oraya ait anıları gözle görünür, elle tutulur kılmak. Çocuklarla: hah işte bi tane daha, burda da var... şeklinde toplarız beraberce. Sonra onları eve getirdiğimde yada torbaya yerleştirirken bakarım. Aslında hepsi birbirine benzer, öyle belirgin bir özelliği ve güzelliği olmayan şeylerdir. Belki birkçı değişiktir, gözüme, tenime hoş gelir. Diğerlerini taşımak bile istemem aslında. Ama sanki onların duyguları varmış da kırılırlarmış gibi atmam. Bir de emeklerime acırım, hani emek emek topladım ya onları:)O kadar topladık boşa gitmesin hadi der koyarım bi köşeye,. Eve götürene kadar kırılır, çantanın diplerine dökülürler.
Bugün düşündüm de: hayatımda da böylesine biriktirdiğim gereksiz ne çok şey var acaba. Yıllarca sürmüş beraberlikler, hani emeğinize kıyamadığınız deniz kabukları gibi ama bilirsiniz ki aslında olmasalarda olurlar, hatta olmasalar daha iyi bile olan cinsten:)
Biyanda karşındakini incitme korkusu. Ama incitmemeye çalışırken arada sırada pırtlayan gerçek bakışlar, gerçek kelimecikler. Size bir şey katmayan, sizi olduğunuz yerden alıp bi adım öteye taşımayan ilişkiler. Günlük geyik muhabbetleriyle devam eden giden dostluğumsular.
Bu aralarki halet-i ruhiyemden midir bilmem ama ruhumdaki kıymıkları tek tek sökesim var. Dolabımdaki fazlalıkları atasım var. Pişman olurmuyum bilmem. Çok fazla şey yığmışım hayatıma ama çoğu bana ait değil, beni tamamlamayan, olmazsa olmaz özelliği taşımayan. Sanki daha az şey olmalıydı, daha az. Ama onları ince kristal biblolar gibi korumalıydım, ya kırılırlarsa diye. Bu hisleri beslediğim kaç kişi var acaba etrafımda.
Aslına bakarsak, herkese bir kusur bulmakta üstüme yok ama işin iyi yanı kendi kusurlarımı da görmezden geliyor değilim. Peki herkesi beğenmek zorundamıyım, peki ya sevmek, hayatıma dahil etmek, bir kere ettim diye onu hep orda tutmak???? Elbette değilim ama şugünkü kriterlerimle baktığımda hayatım epeyce daralacak gibi görünüyor. Ama sanki daha bir sevimli olacak. Hani bahçeli, tertemiz, küçücük, camları yere yakın, camların önünde somyaların olduğu evler gibi. En ufak lüksü yok ama kokusu, renkleri bana ait ve tertemiz. Temizlenmesi yük değil. Oturulabilir bir eşiği olan camın önünde. Hani oturup küçükken iskambil kağıtları ile oynadığım. Silkinmek istiyorum. Dökülsün ben olmayan şeyler, zorla ben yapmaya çalıştığım şeyler. Belkide çok güzeller, şatafatlılar ama bana ait değiller.

13 Ekim 2009 Salı

ALIŞILDIK ACILAR acıtmaz MI???

Hastanız size şikayetlerini ifade ettiğinde, "stresten de kaynaklanabilir" dediğiniz zaman size:
-ama hayatımda beni kızdıran, üzen hiç birşey yok ki! der şaşkınlıkla.
Hep düşünmüşümdür o zaman. Acaba alıştığımız kırgınlıklarımız, yorgunluklarımız, kızgınlıklarımız, beklentilerimizin bize ağır ağır neler yaptığının farkında mıyız? Onlarla baş ettiğimizi düşünürken, başetmemizin bedellerini göz ardı etmiş olabilir miyiz? Ama çoğu zaman bunları anlatmaktan çekinirim. Ukalalık etmemek için ve belki de alışılmış olan, düzen gibi görünen kaosu bulandırmamak için.
Bi de "başetmek" nedir acaba bizlerin sözlüğünde? Üstesinden gelmek mi? görmezden gelip, sırtımızdaki sepete bi yenisini eklemek mi? ya da en fenası ,o şeyin bizi çoktaan alta almış olması mI? Biz insanlar pek bi gururluyuz ya. Hani yumruğu yeriz ama acımadıııkiiii acımadıkiiiii derken burnumuzdan kanlar sızar:)
Yeterrrr artık, yumruğu yediğimizde: "acıdı lan eşşolueşşkkkk, hem de çok acıdı, bana bunu yapamazsın, kendime bunu yapamam, ittir git eğer bi daha bunu yapacaksan, verdiklerini de al git, hiç bir şey, hiç bir alışveriş bana bu yaptığını yapmanı makul kılmaz, acıdı işte çook acıdı" diye bağırmalıyız, özellikle kendi kulaklarımız yeterince duyana kadar. Ki o acıyı defalarca yaşamayalım ki, sepetimiz gün be gün taşınmaz kadar ağır olmasın, ki, taşıyalım derken sırtımız bükülmesin. Di mi?

30 Eylül 2009 Çarşamba

ŞÜKÜR

Öyle mutluyum ki.......................
Zeytin yiyebilmek, çay içebilmek......................
Bigün bunları yaparken ağlayacağımı hiç düşünmezdim.
Tek kelime var diyeceğim:
ŞÜKÜR

16 Eylül 2009 Çarşamba

İYİ HALDEN CEZA-İ İNDİRİM

Kasten kötülük yapma
Kasti olmadan kötülük yapmak
Bu ikisi acaba birbirlerinden ne kadar farklı?
Durumu iki şekilde değerlendirmek mümkün:
1-niyete göre
2-sonuca göre
Önce sonuca göre değerlendirelim. İster kasti olsun ister ister olmasın, sonuç= ZARAR!
O zaman eğer durumu sonuca göre değerlendireceksek, kötülük kötülüktür.
Acaba hani niyet kötü değildi deyip cezai uygulamada bir hafifletme beklenebilir mi?
İşte burda durum karışır ve 1.durum niyete göre değerlendirme derveye giriyor.
Hiç bir insan tamamen kötü olamaz. Tamamen kötü olan şeytandır. Çünkü: şeytan kötülük yaparken amacı "direkt" karşısındaki kişiye zarar vermektir. Ancak insanlarda böylesi bir durum çok nadirdir (herhalde). İnsanlarda primer amaç kendi çıkarıdır ve ego bu çıkarın karşısındaki kişiye zarar verebileceği ihtimalini düşündürmez, çünkü işine öyle gelir.
Peki bu durumda, daha az mı zararlı olur? Hayır, hatta kımen şuursuz, ego kontolünde verilen bu zararın farkında olmayacağı için tekerrürler kaçınılmazdır ve kendini saf, temiz bir insan sanabilir.
o zaman 2. durumu şematize edecek olursak:
kasti olmayan zarar_ego kaynaklı kendi çıkarını düşünürken, etrafını tamamen göz ardı etme_zarar!
tamamen kötü olmak şeytana mahsus. Şeytan içimizde ego vasıtası ile bizlerin gözünü kör etme çabası içinde ve sonuçta ikisi de zararla sonuçlanmakta. hani "aynası iştir kişinin lafa bakılmaz" diye konuyla çok da alakalı olmayan bir söz takıldı aklıma ama sonuç zararsa, bedeli aynıdır gibi geldi bana.

10 Eylül 2009 Perşembe

GÜN BU GÜN

İyi mi, Kötü mü?............................
Ceza mı, Uyarı mı, Ödül mü?.................................
Biz olmamız gerektiği gibi miyiz?.........................
Daha önce kaç kere uyarıldık da farkına varmadık acaba?.........................
Kendimizi evrenin şans çarkına mı bıraktık?......................
Şimdi neye bu isyanlar? Tanrıya mı?............................................
Hala evet hala silkinip, uyanıp kendimize gelebiliriz.
Bırakalım doğruları öğretmeyi............
Kendimiz bu kadar eğriyken, bizi kim dinler....................
Evren bile güler işte böyle kahkahalarla...............
Boğulur gideriz.

4 Eylül 2009 Cuma

TEVEKKÜL mü CESARET mi?

Bir yerde okumuştum: "cesaret korkmamak değil, korktuğu halde yapabilmekmiş". Çok hoşuma gitmişti. Ne kadar da teşvik edici bir söz. Birşeyleri yapabilenler aslında korkmadıkları için değil, korktukları halde yapabiliyorlarsa ben de yapabilirim.
Yine başka bir yerde: "tevekkül, bir yılanla aynı odada sakince kalabilmektir" diye okumuştum. En korktuğum şeyin yılan olduğu düşünülürse bu benim için çok tanımlayıcı bir cümle olmuştu. Şimdi, düşünüyorum. Cesaret mi, tevekkül mü? Ne zaman cesaret, ne zaman tevekkül? Düşündükçe yazacağım.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

xibalba, elchattabib , var aslında yok, bi uyuzun uyuz oldukları, Ben Kimim Guncesi

Sevgili UFUK ÇİZGİSİ beni ödüllendirmiş. Bloğumu severek okuması beni gerçekten mutlu etti. Sevgili BELGİN de yaratıcı blog olarak ödüllendirmiş. Ona da burdan sevgilerimi iletiyorum.

İzlediklerim listesinde herne kadar çok sayıda blog olsa da aslında bazılarının yeri başka. Diğerleri asla gücenmesin. Onlara karşı hissettiğim, engellenmez bir ruh yakınlığı. İşte ruhsal blog arkadaşlarım:

xibalba
elchattabib
var aslında yok
bi uyuzun uyuz oldukları
Ben Kimim Guncesi

Sizleri severek okuduğumu ve yeni bir yazı yazmanızı dört gözle beklediğimi belirtmeliyim. Ama çok üşeniyorum hepinize tek tek haber vermeyeceğim.
Gelelim kendimle ilgili 7 garip şeye:
1-38 yaşındayım
2-Doçentlik sınavına hazırlanıyorum
3-veeee bir bebek bekliyorum (süprizzzzzz).
Daha garip bir durum düşünemiyorum.
Herkese sevgiler.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

YÜREĞİM; ACIM VE BEN

Yüreğim acıdı. Öyle çok acıdı ki, elimi göğüs kafesime sokup, onu ordan sökmek, atmak istedim. Ama elim varmadı. Çaresiz kaldım. Kalbimi bi yere, acımı biyere, kendimi bi yere koydum. Oturduk sohbet ettik. Geçmişi yad ettik, gelecekten ümitlendik. Bir baktım dost olmuşuz. Hala acıyormuydu yüreğin diye soracak olursanız, elbette acıyordu. Ama dost olmuştuk bi kere, onu dışlayamazdım. Onu söküp atmak yerine, kollarıma aldım, bildiğim ninnileri söyledim ona, ümit dolu masallar anlattım. Dinledi beni. Dinledikçe bağırtıları hafifledi, göz yaşları dindi. O da beni sevdi galiba. O da bana bildiği masalları anlattı. Şimdi kardeş kardeş yaşıyoruz beraber. Arada bir yine mızırdanıyor. Gülüp geçiyorum. Biliyorum artık dostuz. Küçük bir ninni, güzel bir masal halleder işi. Zaten seninkinin tek derdi ninni ve masal dinlemekmiş sadece.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

HÜKÜMSÜZDÜR VE BİLFİİL BENİMDİR.

Ay Dedeyi kaybettim, hükümsüzdür (sahiplenmeye kalkmayın). Tamamen Guguk'a aittir. Kendileri kenarından hafifcene ısırılmış, kars kaşar peyniri gibidir. Görenlerin insanlık namına, ikna edip bana göndermeleri rica olunur. Yav az önce şurdaydı. Nereye gittin? ben kaffemi alıpta gelene kadar. Offf off şimdiki aydedeler de bir alem canım...........

13 Ağustos 2009 Perşembe

ÇANTADAKİ HAYATLAR

Çocukuğumda ailem beni psikiyatriste götürmüştü. Hacettepede Bahar isimli bir doktorum vardı. Benim için orada önemli olan tek bir şey vardı: o kocaman çantanın içinden çıkacak oyun dünyası. Doktorum her gittiğimde o çantayı çıkarır, büyülü kapağını açardı. Bendeki heyecanı size anlatamam. Aman Tanrım, içinde bür sürü oyuncak figür. Atlar, evler, ağaçlar, bardaklar.............tam anlamıyla, sanki dünyayı sıcak suda yıkamışsınız küçülmüş, o çantanın içine girmiş. Yaşlı teyzeler, küçük çocuklar, postacılar.......herşeyin olduğu bir dünya, OYUNCAK DÜNYASI..................Ben onlarla bir senaryo kurar ve canlandırırdım doktorum de beni izlerdi. Kısacası inanılmaz bir zevkti o seanslar benim için. Taaaki doktorum: gayet normal ve ruhsal olarak sağlıklı gelmesine gerek yok diyene kadar:(
Nereden geldik bu konuya? OYUNCAK DÜNYASI, OYUNDAN HAYATLAR: kurgusu tamamen sizin elinizde, istemediğinizi içine almadığınız, istediğinizi aldığınız, hep sizin istediğini şeylerin geliştiği, asla kötülerin yenmediği, kazaların olmadığı, sevdiklerimizin ölmediği bir yaşam biçimi, yani ÜTOPİK YAŞAM...
Kulağa çok hoş gelmekle beraber, hiç bir zaman tasvip etmediğim bir yaşam biçimi. Ütopik yaşam biçimi beklentisi ile çoğu insanın kendini mahvettiğine şahit olmuşumdur. Bana göre hayat, mal, meslek, evlatlarımız hepsi bahanedir. Aslolan çabadır, hep çaba, hep yolda olmak.......Tüm gerçekliği ile tüm acıları ile, gerçek mutlulukları ile. Düşünüyorum, acaba mutluluklarım ne kadar gerçek? peki ya acılarım? duyduğum iltifatlar? beni en iyi tanımlayan hangisi acaba? eleştirilere dayanabiliyor muyum? Yoksa oyuncak çantası modunda bir yaşam mı sürdüm bu güne kadar? Tanrım eğer öyleyse, kendimi kandırmayı başarmışsam, işte o zaman hayat sevincimi veren mücevherimi ilk kez kaybedebilirim: ümidimi. Çünkü zorlukları, neşesi, acısı ile hep gerçek bir hayat yaşadığımı düşündüm. Yüreğim acıdığında, çok acıdı. Elimi sokup onu ordan sökmek istedim. Mutlu olduğumda, gerçekten kanatlarım vardı. Yüreğim uçtu güzel diyarlara bedenim burdaymış gibi görünse de, bazı zamanlar çok zordu, ders çalışmalıydım, uykusuz okula gitmeliydim ertesi gün, soğuktu, bileklerim şişti ama sorarsan, değidi mi? sonuna kadar değdi. Eğer bu gün mevcut imkanlarım beni bu kadar mutlu ediyorsa nedeni şiien bileklerimdir. O soğuğu hiç birşeye değişmem.
Gün oldu ağır eleştiriler duydum, kırıldım, kimi haklı kimi haksız. Yolumda devam ederken haklı olanlarla haksız olanları ayırmayı öğrendim. Kırılmamayı, onlara gözümü kapamamayı öğrendim. Öğrendikçe daha hızlı yürüdüğümü farkettim. Hepsine müteşekkirim.
Bakıyorum etrafıma, eleştirileri tamamen hayaının dışına itmiş, onlara gözünü kapamış, yürümeye çalışanlar var. Sadece kendini onaylayan veya onlylıyormuş gibi görünen kendi gibi çantadaki hayatı paylaşanlara kapısını açan. Mutlulukları ve acıları sahte, küçük figürler. Bir gün çanta kapanacak. Geriye gerçek olan hiç bir şey kalmayacak. belki de bunu hiç farketmeden başka diyara gidecekler. ne acı bir son tanrım. Ben acılara razıyım, biliyorum ki beni daha güçlü kıldılar. Zorluklar benim kamçım ve öğretmenim oldu. Mutluluklarım hep gerçekti. Çünkü arkasında fedakarlık ve emek en önemlisi Rabbimin izni vardı. Annesiz büyüdüm, babam psikiyatrik rahatsızlıkla boğuşuyordu. ama bu hayata yeniden gelsem onları, özellikle de acılarımı geri vermem. Bugün bensem, onların katkısı büyük. Sahte iltifatlara karnım tok. Eleştirilere açık yürüyorum. elbette kırılacağım o ilk an. Ama ondan bir ders çıkaracağım. Sizler beni bana gösteren aynalarsınız. Sonunda hepimiz birleşeceğiz ve ayna da kalmayacak arada. gerçek olanı göreceğiz. Çantadan bir hayat istemiyorum Tanrım. Biliyorum ruhum geldiği yere geri döndüğünde, bedenimi bir çantaya koyacaklar. Ama biliyorum ki, yaşadıklarımın hiç biri bir çantaya sığmayacak kadar gerçek. Evrene saçıldılar onlar. Günü geldiğinde toplanacaklar. Acısıyla tatlısıyla gerçek hayatımı seviyorum, yalan mutluluklarla hiç işim olmadı. Sana geri döndüğümde, emanetimi teslim ederken içinde yalan olmasın Tanrım ne olur.

11 Ağustos 2009 Salı

VAZGEÇMEMEK

Karar vermek, yeniden.
Bin kere verip, bin kere bozmuşluğa rağmen.
Hatayı görebilmek.
Kime göre hata?
Gerçek Bene göre.
Vicdana göre öze göre.
Bile bile aynı çukura düşmek.
Yine çamurlara bulanmak.
Ama bu sefer:
Hata bende deyip çıkmak.
Bir daha düşmeyi istememek.
Aynı hatayı yapan benden bıkmak.
Korkunç bir mide bulantısı.
Kusmak istemek,
İçim dışıma çıkana dek.
Belki içim dışımdan daha iyidir diyerek.
Önce Bendeki benleri görmek.
Onların varlığını kabullenmek.
Onlarla özdeşleşmemek.
Kontrolü Bende tutmak.
İstemek...
Yürekten istemek.
Vazgeçmemek.
Düşsem de
Vazgeçmemek.............

9 Ağustos 2009 Pazar

KABUS GİBİ

Heryerdeler. Karınca sürüsü gibi. Nereye dönsem ordalar. Kaçtığımda daha çok karşıma çıkıyorlar. Varlıklarımızın eşzamanlılığını kabullenmek istesem de, içimdeki diğeri onları istemiyor. Ne yani, onları eğitmeli miyim? Hıh, ömrüm yetmez. Onlara bakıp: şükürler olsun Tanrım iyiki beni böyle yaratmadın mı demeliyim? Yargılamamalıyım, yargılamamalıyım, kızmamalıyım, kabullenmeliyim.....falan, filan diye sayfalarca yazsam geçer miki? İçimdeki, sus sen artık. Nedir bu çilem. İçerde sen, dışarda onlar, arada ben.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

VARLIĞIMIZIN EŞ ZAMANLILIĞI

Sevgili "yanlış insanlara" hayatımıza olan katkılarından dolayı gönül dolusu teşekkürlerimizi bildirdikten sonra bir önceki yazıma sevgili Sufimin de katkısıyla anladım ki onların evrendeki görevi oldukça zor.
Bu dünya denilen karmaşaya, belki de kendi arzularımıza göre farklı görevler yüklenerek gönderildik. Anlıyorum ki, onlara düşen yük oldukça ağır. Ve bizler onları tablonun dışına çıkaramayız.
Bir tablo düşünelim. Güzel bir klübe, etrafı ağaçlarla çevrili, küçücük ama çiçek dolu bir bahçesi var. Hemen yanından pırıl pırıl bir dere akıyor. Güneş sarı-kırmızı parlarken mavi gökyüzünde, kuzular otlamakta. Bir de köşede, yerde, öylesine uzanan bir dal parçası var. Klübenin pencerelerinde çiçekli perdeler var. Kimimiz tabloyu çok beğeniriz, kimimizin pek hoşuna gitmez. Keşke klübe değilde iki katlı bir ev olsaydı, bahçenin etrafındaki ağaçlar olmasaydı, hava güneşli değil de bulutlu olsaydı.........herkes kendi farklı arzularını dile getirebilir. Ama o resimden o yerde uzanan dalı bile çıkarırsanız "o resim" artık "o resim" olmaktan çıkar. Çünkü tablo herşeyi ile bir bütündür.
Neyazıkki biz insanlar, tabloları kendimize göre şekillendirmek isteriz. Ama gerçek hayatta bu değişikliği tablodan sadece klübeyi çıkarmak, perdelerin rengini değiştirmekle yaptığımız gibi yapamayız. Tablo statik bir durumken, hayat dinamik bir süreçtir. Birşeyin varlığı bir diğerinin varlığı ile eş zamanlıdır. Ben ben olduğum için, o odur. Eğer yarın ben başka bir bakış açısına ve düşünce mekanizmasına sahip olursam o başka bir o olacaktır ya da belki artık yaşam alanıma dahil olmayacaktır.
Kendimizi, diğerlerinden ve aslında genel olarak evrenden yani bütünden ayrı görme eğilimimiz bu ikilik karmaşasını yaşamamıza ve acı çekmememize neden olur. Oysa ikilik yoktur. Teklik vardır. Kendimizi ayırarak sürekli çelişki içinde yaşamaya mahkum olur, sonra da bunun nedenini başkalarında ararız.
Eğer elimizde patlıcan, biber, domates ve sarımsak varsa musakka yaparız. Pasta yapmayı hayal etmeyiz. Pasta istiyorsak yeni malzemelere ihtiyacımız vardır. Şu ana kadarki hayatımızı, elimizdekileri, elde edemediklerimizi mevcut düşünce mekanizmamızla oluşturduk. Aynı mekanizmayı kullanarak farklı sonuçlar elde etmeyi beklemek hayalden ibarettir. Elimizdeki malzemeler bunlarken başka sonuçlar beklemek de. Malzemeleri değiştirmek de bizim elimizdedir ama çaba gerektirir.
Hayat tablosuna bakarken tablonun bileşenlerini ayrı ayrı değerlendirmek yerine, bir arada değerlendirip, varlıklarındaki eş zamanlılığı bir anlarsak........evren belki o zaman cennet olur. Ne dersiniz?

1 Ağustos 2009 Cumartesi

HAYATIMIZA YÖN VEREN YANLIŞ İNSANLAR

doğru yerde, doğru insanlarla bulunmak önemlidir. eğer yanlış insanlarla hele bir de yanlış yerlerde iletişim kurmaya çalışırsanız hayatınız kabusa döner. kendinize olan güven ve saygınızı gün be gün sömürür bu yanlış insanlar. hep suçlu koltuğunda kalırsınız, yargılanır, mahkum edilirsiniz. en acısı bir süre sonra bu yanlış insanların hükümlerine siz de inanır, kendi kendinizi mahkum etmeye başlarsınız.
hayal edin: herkesin 5 gözlü, 2 burunlu ve bir ayaklı olduğu bir evrene düşüyorsunuz. Sizi gördükleri anda söyleyecekleri ilk şey sizin ne kadar çirkin olduğunuzdur. orda kalmaya devam ederseniz, bir süre sonra aynada ne kadar çirkin olduğunuzu izler ve belki bir gün sizin de 5 gözlü ve 2 burunlu olabileceğiniz hayalini kurarken bulursunuz kendinizi. bunun ötesinde, diğerlerine kendinizi sevdirme çabasından ruhunuz çürür. bu mümkün değildir çünkü.
oysa onların tek görevi olabilir sizin hayatınız içinde. size ne istemediğinizi göstererk ne istediğinizi buldurmak. yani onlar yolunuzun üzerindeki yol işaretlerinizdir.
bu nedenle takılmayın onlara. bazıları ile dost olunmaz, bazıları ile arkadaş olunmaz, bazıları ile iş arkadaşı olunmaz ve bazıları ile hiç bişey olunmaz. bazılarını bahçe kapınıza bile yaklaştırmazsınız, bazıları verandanıza kadar girebilir, bazıları salonunuzda uzanabilir. sınırlarımızı bilmeliyiz.
merak etmeyin o yanlış insanlar bize sınırlarımızı öğretecektir. teşekkürler size yanlış insanlar. hayattımıza yön kattığınız için.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

YAKAN ÖZLEM

Hani bir an, hiç alakasız birşeylerden bahsederken, günlük işlerle uğraşırken, hastayı muayene ederken, keyifli bir sohbet anında belkide, aklınıza düşüverir özlediğiniz.
Gözyaşınız öyle bir hücum ederki gözlerinize. Gözlerinize sanki arkadan basınçlı su sıkılmış gibi. Yanar gözleriniz, burnunuz sızlar inceden ve derinden. Dudağınız titrer belli belirsiz. Belki bir damla yaş akar belki o bile akmaz. Ama o acıyı bilirsiniz. Tanıdıktır. Her hüzünde, her acıda her özlemde olmaz. O kişiye, o olaya hastır o yanma ve basınç hissi.
Ne zaman melek babaannemin ne kadar iyi, fedakar bir insan olduğu aklıma geliverse, böyle olurum işte. Cayır cayır yanar gözlerim, yüreğimdeki yangını tariflercesine. Geri gelmiyeceğini bile bile çağırırım onu. "Ahhh bi kere sadece bi kere daha sarılsam ona, yine beni yumuşacık kolları ile sarsa, sevsem kollarını. saçları pamuk gibi bembeyaz ama pırıl pırıl, okşasam onları".
nafile olduğunu bile bile o 1 saniyede geçer aklımdan bunlar. Ama çaresizlik kurutur gözyaşlarımı daha kaynağında. Kala kalırım. Onun yakan özlemi ile başbaşa.
Şimdi nerden geldi bunlar aklıma.... Vesiküler hastalıklardan kızamığı okuyordum. Aklıma ben kızamık olduğumda 1 hafta boyunca uyumadan beni kaşıması geldi. Canım babaannem, meleğim sağol. Hakkını helal et.

28 Temmuz 2009 Salı

DÜŞÜN DÜŞÜN (ç) OKTUR İŞİN

Bin kere düşün,
Bir defa konuş.
Daha iyisi hiç konuşma
Bir daha hiç düşünmek zorunda kalmazsın.

Hiç düşünme.
Bin kere konuş.
Sonra nasıl olsa,
Fazlasıyla düşünürsün.:)

Dilinden muzdarip guguk hazretleri.:(

26 Temmuz 2009 Pazar

DURRRRR

Sen güçlüsün; yaparsın. Mutlaka altından kalkarsın. Halledersin.
Sana bişey olmaz, yüklenebilirim biraz daha.
Güçlüdür oooo, güçlüdür.
Bilirim.

Yapmayın be abiler ablalar. Güçlü falan değilim. Sadece içimde yaşadıklarımı sizlere anlatmıyorum. Çünkü öğrendim ki, her derdin çaresi de kendimde. Öyle zırt pırt ağlayıp, mızıldanmam. Zaten şöyle accık köşesinden dertlenecek olsam, daima karşımdaki benden dertlidir. Bu içimin acımadığı, vücudumda biryerlerin ağrımadığı anlamına gelmez. Biryerlerim ağrıyorsa ilacımı içmişşimdir. İçim acıdıysa Yüce Makama bildirmişimdir çoktaaannnnn. Benim içimde de hiç büyümemiş, habire düşen bir çocuk var. Dizleri düşmekten kabuk bağlamış. Kabuklarının üzerine yeniden düşüp, kabukları da kanayan. Laf anlamıyor ki velet. Düşse de, canı yansa da, kanlar aksa da devam ediyor yola. Dur diyorum. Bu sefer dur; yeter artık içim acıyor. Bayılsana sende herkes gibi. Belki etrafına insanlar toplanır da: aaa zavallı bayılmış, yorulmuş derler. Nerdeee, ne aklı ne kulağı ben de değilki.................O devam eder yoluna, kanaya kanaya, ağlaya ağlaya, yavaş yavaş, hızlı hızlı......................................
Küçük kız, yeter yalvarıyorum. Dur artık. Benim gücüm bitti. Herşeyi unutuyorum. İsimleri, yüzleri, olayları....Dur da bi soluklanalım. Güçlü olmak istemiyorum. İçim kabuk kabuk. Artık eskisi gibi ağlayamıyorumda. Yüreğim de kabuk tuttu desem, değil. Eskisinden çok acıyor. Seni incitmek istemiyorum küçük kız ama lütfen bi mola, hiç olmazsa bir süreliğine.
Yalvarırım.

23 Temmuz 2009 Perşembe

MERAK KONUSU

Neden hep en sevdiğim şarkılar tam ben arabadan inmek üzereyken başlar ki?

21 Temmuz 2009 Salı

KARDEŞİM BELGİN


Ben ne yazıkki tek çocuğum. Dolayısyla kardeş sevgisini tadamadım. Ancak kendini cadı olarak tanımlayan Belgin bana kardeş sevgisini tattırdı. Taaaa uzaklardan mutluluklarımızı ve acılarımızı paylaştık. Hatta onun annesi ile benim babaannemin öbür dünyada komşu olduğu hayallerini bile kurduk. Şimdi üzgün. Elimden ne gelir bilmem. Ama ona sevgimi üflüyorum burdan. Ve onun ne kadar güçlü olduğunu biliyorum. Ha gayret güzel saçlım. Birlikte neler aşılmaz ki. Uzat elini bana. Bi merhaba de hele. Biz burdayız. Yaşadıklarını anlayabiliyoruz. İçindeki güzel gücü hatırla ve kullan. Söz veriyorum sana herşey çoook güzel olacak. Guguk sözü.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

HAYDİN KUMSALA

www.putumayo.com

Hadi arkadaşlar şu sıcak yaz günlerinde hele de tatile gitmemişseniz bu radyo sizi en uzun kumsallara, en mavi denizlere götürecek, ağzınızda kalacak inanılmaz kokteyl tadı da cabası. Belinizde tropikal çiçekler, elinizde kadehiniz dans ediyor gibi olacaksınız. Benden söylemesi:
)

18 Temmuz 2009 Cumartesi

GURURLUYUZ

Selçuk Üniversitesi yönetimindeki Özel Esentepe İlköğretim Okulu 2009 yılı SBS sınavında Türkiye 8. si olmuştur. Okulumuzla gurur duyuyoruz. Burdan sevgili öğretmenlerimiz ve öğrencilerimizi yürekten kutluyorum. Öğretmenlerimizin insan üstü emeklerine duyduğum saygıyı kelimelerle anlatmam mümkün değil. Allah sizi başımızdan eksik etmesin.
http://www.esentepe.k12.tr/

17 Temmuz 2009 Cuma

PAMUĞUMDAN İNCİLER

Herkes kendi vicdanı ile yargılanır.
(alkış efekti).
Guguğun can dostu Pamuk Hanım.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

BEN BİR BAĞIMLIYIM

Ben bir bağımlıyım. Epeydir bunu birileri ile paylaşmam gerektiğini düşünüyorum. Ancak cesaretimi bir türlü toplayamıyordum. Belki siz dostlarımı kaybetmekten korktum. Ben de herkes gibi bana bişey olmaz diyerek başladım. Alışmam diye düşündüm. Ama hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Şimd günde en az bir bazen üç kez alıyorum. Onu aldığımda dünya benim oluyor sanki. Mutlulukla kendimden geçiyorum. Sonrasında tabiki vicdan azabı.
Biliyorum sevgili dostlarım sizi çok üzdüm ama sizlerden yardım bekliyorum. Ben bir bağımlıyım. Belki bu cümleyi sık sık tekrarlar ve haykırırsam ruhum bu sözden ürker ve kendine gelir de şu twister meretinden kurtulurum. Yav hain algida nerden bulmuş bu dondurmayı. İnanılmaz güzellikte. İçi portakallı, dışında kavun ve çilek. Bu üç meyve ne çok yakışıyor birbirine. Bırrrr hem de buz gibi. Az önce bir tane yedim. Uf ya uf, kilo alıcam işte. Ben bir bağımlıyım. bana yardım edin. Hain twister düş yakamdan.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

DEĞİŞİKLİK


Sevgili Zaman,

Hızına yetişemiyorum. Ancak koşturmaktan şikayetçi de değilim. Zaten etsem ne olacak ki? Beni takan mı var? Kocamannnnnn evrende bir su damlasından daha küçükken, başka ne beklenir ki:) Boşver zaten bişey olmanın derdinde değilim. 38 yıl içerisinde zamanın kuş gibi uçup gitmesine alıştım da son zamanlardaki yenilikler bombardımanına henüz alışamadım. Hiç bir şey tanıdık, bildik değil. ve her an değişmekte. Dostluklar değişiyor, kızgınlıklar geçiyor, tercihler değişiyor,,,,,,,,,,,,çevre sabit kalsa bile ben değişiyorum. Dur demek mümkün değil. Aslında kötü olarak tanımlamıyorum bu değişikliği. Sadece sürekli bir yabancılık duygusu hissetmek biraz garip. Belki sadece bir geçiş dönemi. Bir süre sonra taşlar yerli yerine oturacak ve ben alışıldık yaşamın güveni kollarına kavuşacağım. Ama içimdeki bir his hiç de öyle demiyor. Alışılan şey belki de değişimin ta kendisi olacak. Eh naapalım. Haktan gelen kabulümüz. Artık direnmek istemiyorum. Nehirle akmanın keyfine varmak lazım. Şöyle sırt üstü yatıp, bulutların rehavetli gezintisini izleyerek.....................

10 Temmuz 2009 Cuma

CIK CIKLI AYAKKABILAR

Tam konsantre olmuş ders çalışıyorum. Garip bir ses:
-cık..cık..cık
Neyse canım biz çalışmaya devam edelim.
-cık, cık cık cık
yav bu da nesi şimdi. Hımmm dedektör sensitivitesi pixel boyutlarından etki.....
-cıık, cık...cık,cık,cık
yav ne oluyor deyip, kapıyı açıp baktığımda 2 yaşında bir miniğin kapımın önünde sevinçle yürüdüğünü gördüm. Sanırım yeni alınmış cık cık öten ayakkabılarına bakarak gayet mutlu bir o yana bir bu yana gidiyordu. Her seferinde o sesi daha güçlü çıkarabilmek için elinden gelen çabayı gösteriyordu. Başarınca daha bir heyecanla yeniden koşuyordu.
Ufff ya, uf. ses çok gıcık ama çocuk çok sevimliydi. İşin daha da kötüsü çok mutluydu. Nasıl "şşştt küçük yürüme burda" diyebilirdim. Sonsuza kadar beni bir cadı olarak hatırlardı (aslında çok da yalan değil). Yutkundum. kapıyı kapattım ve devam ettim. Dedektör sensitivitesi aynı zamanda sistem gürültüsünden de etkilenir. Cık...cık....cık, cık, cık....................................
Yav bu anneler babalar niye alır ki bu ayakkabıları. Çocuklarını kontrol edebilmek ve nereye gittiğini bakmadan takip edebilmek için mi acaba? yapmayın anneler babalar. Şu yazın sıcağında zaten zor ders çalışıyoruz. Bi de cık, cık, cık. Hiç çekilmiyo valla. Adam olun çocuğunuzu kendiniz gözlerinizle takip edin. Evlat sahibi olacağınızda bana mı sordunuz. CIK CIK CIK aaaaaaa (Bu da benim sinirlenme cık cık larım).

9 Temmuz 2009 Perşembe

EVREN BİZİ SARSALAR




Sevgili Öyk'nün "http://beyazkedi-silbastanbaslamakgerekbazen.blogspot.com/2009/07/blog-post_08.html" yazısına katılmadan edemedim. Aynı şeyi ben de gözlemledim. Sadece blog dünyasında değil, etrafımdaki benzeri görüntüler beni bu yazıyı yazmaya itti.


Düşündüm acaba bu bıkkınlık mı, küskünlük mü, yorgunluk muydu. Peki herkesin nedeni birbirinden farklı mıydı yoksa benzer miydi? şöyle bir incelediğimde kırgınlık ve şaşkınlık duyguları daha ağır basar geldi gözüme. Öyle bir şeyle karşılaşmışlardı ki, önce çok kırılmışlardı sonra hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir kişinin yaptıklarına, söylediklerine kırılmışlardı. Gibi geldi bana.


Hayat döngüsel, hayat değişken. En basit örneği hergünkü gece gündüz ve her yılki mevsim döngüsü. Eğer hala hayatta kalabilmişsek gecenin sabahına uyanırız ya da kışın bitişindeki baharı izleriz ama belki bunları çok kanıksadığımızdan herhalde döngüsel yaşadığımızı farketmeyiz.


Bana yeni bir döngüye girdik gibi geliyor. Sanki değişme zamanı. Tam da son dakikaları. Hani tam tırtıl kozasından çıkacak, iyice sıkışmış, civciv yumurtayı çatlatmak üzere. Bazılarımızda böylesine evren tarafından sıkılıp sıkıştırılıyor.


Aslında hep yapmak istediğimiz şeyler vardır da çeşitli bahanelerle bunu bir türlü yerine getirmeyiz. Evren pek çok şans verir de, biz nefsimize yenik düşeriz. En sonunda evren bir annenin kararlılığı, objektifliği ve şefkati ile bizim yapmamız gereken şeyi üstleniverir ve bizi tutar omuzlarımızdan sarsalar. kendine gel der, zaman sonsuz değil. Bunu yapmaya gücün var, yapman gerektiğinin farkındasın. HADİ!.


İşte sanki yaşananlar bu. Farkındalık sahibi olup, yine de nefislerine yenik düşen bizlerin sallanmaktan sarsılmaya geçtiğimiz bir zaman dilimini deneyimliyoruz belki de. Kızmayalım, kırılmayalım, bu anları iyi ya da kötü olarak tanımlamayalım. Bari bu sefer bırakalım kendimizi evrenin kollarına. Sarssın bizi. O sarsdıkça üzerimizdeki atalet külleri dökülsün. Gönül aynamız parlasın. Bütün güzel özelliklerimiz daha bir belirgin hale gelsin. Ne dersiniz?

6 Temmuz 2009 Pazartesi

MUTSUZLUK TOPLAYICILARI


Nedendir bilinmez, bazıları (bazı insanlar diyemeyeceğim, insanlık vasfını hakketmeyen bu "şeylere") başkalarının üzüntüleri, acıları ile mutlu olurlar. Herkes güzellik, sağlık, ümit, kır çiçekleri, midye kabukları biriktirirken, "o şeyler", başkalarının acılarını toplar. Onları yüreklerine yükler, müsait bir zamanda halının üstüne döker, bakar bakar neşelenirler.

Yaşasın,,,,,,o da mutsuz, heyyyyy bu da parasını kaptırmış, oh oh şu sınavında başarısız olmuş, oleyyy şu da hastalanmış, yaşasınnnnnnn. Niye ki, mutlu olabilecek şeyler mi tükenmiştir evrende? Kır çiçekleri açmaz mı olmuştur, güneş kaf dağının ötesine mi kaçmıştır, büyücü kuş cıvıltılarını mı çalmıştır ve asıl sevgi, merhamet, vefa gibi erdemler iptal mi olmuştur?

Acaba tanrı evrene yeteri kadar mutluluk saçmamakta mıdır da bu "şeyler" mutluluk sayısını kıt sanıp da diğer insanlar mutsuz olunca kalan tüm mutluluk onların mı olacak sanmaktadır? Bilmezler mi "bu şeyler", mutluluk paylaştıkça çoğalır ve kimse kimsenin kısmetini alamaz. Anlamazlar mı, yaşam kimsenin asla bir başkasının önüne geçemeyeceği düz bir çizgidir. Nasıl bir oyun bu, kötü şeyleri biriktirip, güzel şeyler elde edeceğini sanmak?

Bilmiyorum bunları tanrım, boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor. Sanki aynı evreni paylaşmıyoruz ya da en azından aynı evrensel prensipleri. Öğrenmek istemiyorum Tanrım, hem de hiç. Öğrenirsem çok kırılırım Tanrım, çok incinir kalbim. Korkarım herkesten ya onlar da "o şeylerden" se. Tanrım yalvarıyorum beni onlardan yapma, adlarını bile ağzıma almak istemiyorum ya bana da bulaşırsa. Allahım ben mutsuzluk toplayıcısı olmayayım. Kır çiçeklerini, midyeleri, parlak taşları toplayayım. Yüreğimde sevgiler, merhamet, ümit ve vefa kalsın geriye sadece. Korkuyorum tanrım herkes ya "o şeyler" gibi olursa. Ama olmaz biliyorum tanrım buna izin vermezsin. O yüzden seni çok seviyorum ya.

Tanrım onlardan uzak kalmam lazım. ama dua edebilirim onlar için. İyileştir onları ne olursun. Gerçek mutlulukları görebilsinler. farketsinler ki mutluluk kucak kucak heryerde dolu. Anlasınlar ki, onların mutlu olması için diğerlerinin mutsuz olmasına gerek yok. Tanrım yüreklerini aç onların, ferahlık ver yüreklerine. Hücreye tıkılmış zavallı ruhları rahatlasın, kanatlansın ve sana doğru gelsin. Ne olur, neolur Tanrım..........

3 Temmuz 2009 Cuma

CANLA DONDURMA YEMEK

seviyorum canla birlikte dondurma yemeyi ama ilk ben yalamalıyım.
öyle tatlı ki, edeple sırasını beklemesi
sırası geldiğinde hızlı hızlı yalaması
öyle güzel ki, benim sıramın gelmesi,
dur bekle bakalım, şimdi sıra benim demek.
öyle tatlı ki, sıra ona geldiğinde,
hızlı hızlı yalarken, arada çaktırmadan dondurmaya koca bir ısırık atması:)
sırasını beklerken sürekli dondurmaya bakması
dondurma bittikten sonra çubuğunu da yemeye çalışması
iyi ki varsın can
iyi ki canım

20 Haziran 2009 Cumartesi

CANIM BABAM

Canım Babam,
Belki çok küçükkenki hallerim hariç, sana şöyle bir ağız dolusuyla "canım babam" dememiş olmamın burukluğunu bir kenara bırakacağım bugün. Kalp krizi geçirdiğinde ve sonrasında yanında olamayışımı ise hiç dillendirmeyeceğim. Seni arabadan indirdiğimizde yürüyemiyecek haldeyken, kolllarından seni tutamayışım da cabası. Yumuşacık kalbini, yumuşacık bakışlarını anlatacağım. Çocuklarla size geldiğimde, onlara kızarsam eğer "kızma kızım" deyişini hatırlayacağım bugün. Bana her sarıldığında, ellerinle sırtımı yoklayıp, çok zayıfsın kızım deyişini ve benim sana kızışımı. Hep kambur duran sırtımı düzeltip, dik dur kızım deyişini. Seninle gençlik parkında ayı yogi ve bobo tiyatrosu yapışımızı. Bana kutu ile tatlı sakız alışını. Kızım, işe girmene çok sevindim derkenki, yürek rahatlamanı hatırlayacağım sadece. Diğerlerini anımsamak çok acı babacım. Hatalarımı hatırlamak ise en kötüsü. Şimdi, senden sonra daha az hata yapmaya çalışıyorum. Benimle gurur duyman için. Kilo aldım artık, sırtımda kemiklerim sayılmıyor. Aklıma geldikçe dik de duruyorum. Çocuklara kızmıyorum. Senin yerininde çok güzel olduğunu biliyorum. Her zaman istediğin gibi deniz kenarındasındır eminim. Rüyalarımda beni hiç yalnız bırakmadığın için de ayrıca minnettarım sana. Babacığım, babalar günün kutlu olsun, ellerinden öpüyor, sıkı sıskı sarılıyorum sana, yanaklarını kokluyorum belki de ilk kez. Bana göre sen dünyanın en tatlı en sevecen babasısın. Beni duyuyorsun dimi? iyi duymana çok sevindim o zaman. Seni en emin ellere emanet ettim. canım babam bende emin ellerdeyim, için rahat olsun. Her kızına senin gibi yürekten "kızım" diye seslenenlerde senin sesini duyuyorum. Ve en çok neye seviniyorum biliyormusun: artık, hiç birzaman, o lanet psikiyatri kliniklerinde olmayacağına. Torunların seni çok seviyor ve yumuşacık yüreğini hatırlıyorlar canım babam. Birgün kavuşacağız biliyorum. İşte o gün sana kendimi affetireceğim. Rahat uyu, melek kalplim.

VAKTİ KİFAYET

Bütün izm'ler, felsefeler, öğretiler ve dinler hepsi beni kendi yoluma götürecek olan patikalar. Sadece ben inandığım sürece ve benim inandığım kadar gerçekler. Bazılarından neyi istemediğimi, bazılarından neyi istediğimi, bazılarından neyi yapabileceğimi, bazılarından neyi yapamayacağımı öğrendim. Herbirine şöyle bir göz atıp yoluma devam ediyorum. Yolun sonuna geldiğimde, benim de bir felsefem olacak. Bana özgü ve benzeri olmayan. Belki kimse bilmeyecek benim felsefemi. Ne gam. Tek gerçek benim öğrenmiş olmam, kendimi gerçekleştirmiş olarak göç kervanına katılmış olmam. Her zaman dediğim gibi bir sonbahar mevsiminde, akşam üstü, vakit kifayetteyken, dudaklarımda şükürnaz bir gülümseme ile:) Ayrıca camın önündeki koyu yeşil koltukta oturuyor olmalıyım, elimde bir kitap, yanımdaki sehpada sevdiklerimin resimleri ile mor menekşem açmış olsun benim gidişime inat. Üzerimde çok açık pembe, ince bir hırka ve kot pantolonum, ayaklarımda yumuşacık terliklerim olsun, saçlarım bembeyaz, yeni yıkanmış, miss gibi. Koltuğun kolunda ekose battaniyemi de isterim tabiki. Dizimde sarı kedicik uyusun. Kitap elimde, elim kucağıma düşüversin, başım yana. sanki uykuya dalmış gibi, kitap okurken, tıpkı hergece uykuya dalışım gibi. Güneş camdan üstüme düşsün ve ben göç kervanında, kervana daha önce katılanlara kavuşmanın mutluluğu ile menekşeme ve kediciğe el sallayayım..........

19 Haziran 2009 Cuma

GÜNEŞE DOĞRU

Hiç bir sorun, hiç bir kızgınlık, hiç bir kırgınlık sonsuza kadar sürmez. Tıpkı hiç bir zevkin sonsuza kadar sürmediği gibi. (Hiçbir mutluluk demiyorum, çünkü mutluluk daim olan birşeydir, bana göre). Benim kırgınlığım ve kızgınlığım da geçmek üzere galiba. Bu gün keşfettim bunu ve kendimi çok takdir ettim. Bu affetmek değil, kendimi özgür bırakmak. Kendimi hainlerden, yalancılardan, kendini kandırıp, herkesi kandırdığını sananlardan azad ediyorum. Böylelikle kanatlanabilirim, onların yüklerini sırtımdan attığımda. O yükleri sırtımdan atarken onlardan edindiğim tecrübeler benimle kalacak tabi. Hayat, beni durduramazsın. Hep yürüyeceğim, daima. Bazen topallayarak da olsa.......Yönüm hep güneşe doğru olacak, ay çiçekleri gibi. Yol kenarındaki ağustos böceklerinin yalancı ışıklarına aldanmadan, güneşe doğru...............................

16 Haziran 2009 Salı

BEN ALİCE OLDUM


Tıpkı Alice Harikalar Diyarındaki gibi. Sanki elimde bir şişe var. Kafama dikiyorum: hooooop kocaman oluyorum. Eskiden girdiğim kapılardan sığamaz oluyorum. Tekrar bir yudum alıyorum: hoooooop minicik oluyorum, sandalyenin üzerine bile çıkamıyorum. Evrene bir ordan bir burdan bakıyorum. Aslında kafam karışsa da çok eğleniyorum bu oyundan. Bi de şu habire beni acele ettiren, elinde saatle dolaşan tavşan bey olmasa.

15 Haziran 2009 Pazartesi

BOŞLUKTA YÜRÜMEK GİBİ

Gözlerini açıyor, güneş aynı, kuşların sesi de, havanın kokusu da. Kendi evinde, çocukları aynı, eşi aynı, yorganı aynı, pijamaları bile aynı...................................Ne var ki, sanki herşey başkalaşmış. Görüntüler, silüetler aynı; ama bambaşkalar. Anlatılması imkansız bir durum bu. Herşey aynı ama aynı zamanda bambaşka. Garip bir duygu bu. Ne bileyim, sanki, gözlerini açınca hiç bilmediği bir ülkeye, şehre uyanır gibi. Bütün bunların hiçbirini tanımıyor gibi. Korku desem değil, heyecan da yok içinde. Belki bi aidiyet kaybı. Evet evet sanki ayağının altındaki zemin çekilmiş, kaymış gitmiş de, boşluğa basıyormuşum gibi. Yürümeyi yeni öğreniyormuş gibi. Yüreğim kıpır kıpır, ağlayıverecekmiş gibi gözlerim heran. Ama bir o kadar sakin. İzliyorum herşeyi. Sadce izleyecek gücüm var. Katılımcı olmak gelmiyor içimden. Herşey değişti ama herşey. Evren değişti. Evrenin rengi, havanın kokusu, bulutların hareketi bile. Belki geçer diyorum, hani uyuyup uyanınca, o bildiğim sağlam zeminde uyanırım yeni güne. Ama yok. Ertesi sabah, sonraki sabahta aynı. Bütün bildiklerim silindi gitti sanki, beni bıraktılar. Yoksa ben mi onları azad ettim. Onlarla beraber aklımı, yüreğimi de salıverdim de uçup gittiler mi? Geri gelmemek üzere. Ben bensiz mi kaldım yoksa. Ben kimdi, şimdiki kim, bir ben var mıydı? Yoksa zaten hiç mi yoktu? Ben uyurken biri sihir mi yaptı evrene. Buna da alışacakmıyım? Yoksa hepsi rüyaydı da uyandım mı? Siz ne dersiniz bu işe:)

8 Haziran 2009 Pazartesi

YENİ

Yeni bir dönem, yeni bir frekans, yeni bir düzlem, artık adını siz koyun. Özel bir nedeni yok, bilinçli açılmış bir kapı değil. İleride beni neler bekliyor bilmiyorum, merak da etmiyorum. Hiç planım yok. Meli, malılar yok. Ben istemeden ve beklemeden oluyor herşey, ben sadece izliyorum ve uygun aksiyonu belirliyorum. Sadece o anki aksiyonu, ileriki basamaklar hakkında planlarım yok. Reaksiyon göstermeden, aksiyonlarla süslüyorum hayatımı. Artık aksiyon dönemi, reaksiyon değil. Niye oldu bunlar bilmiyorum, alışık olmadığım bir havayı soluyor gibiyim. Sanki hiç tanımadığım bir şehirde, ülkede trenden yeni inmiş yolcunun şaşkınlığı ve heyecanı var üzerimde. Korkmuyorum, sadece izliyorum. Olaylara, insanlara isim takmıyorum. Dinlediğim şarkılar bile değişti. Değişmeyen tek şey bütün bunları sizlerle paylaşma isteğim.

4 Haziran 2009 Perşembe

AN

Şimdi, öyle güzel ki AN. Rüzgarın yönüne göre değişiyor burnuma gelen koku: yandan esiyorsa iğde çiçeği, arkadan eserse hanımeli. Çimler zaten yeni biçildi. Onun o keskin kokusu diğer yandan. Diktiğim kedi tırnakları renk renk açtılar: nar çiçeği kırmızısı, sarı, fuşya.......Rüzgar, ılık ılık yüzümü okşuyor. İşte AN. Hep bu anda kalabilsem. Can yanımda mahmur gözlerle etrafı izliyor. Birileri geçse de şurdan, havlasam fikri ile dolu akılcığı. Yanımda sarı papatyam OKS öncesi son kontrollerini yapıyor, ayağında baloya giyeceği, giymeye alışık olmadığı, pudra rengi topuklu ayakkabıları. Alıştırma yapıyor balosu için. Mezun olacak bu sene. Ahhhhh zaman. Keşke Anda kalabilsem. Hep can mahmur gözlerle havlamayı beklese, sarı paptyam defterine göz atsa yanımda. Mor menekşem içerde arkadaşı ile projesini hazırlasa. Sevdiceğim arkadaşları ile buluşmaya gitse ve anahtarını kapıya sokup, kapıyı açıp benn geldimmmmmmm dese. Bugün ilk defa hasta olmadan bir öğlen uykusu çektim. Öyle iyi geldi ki. Yeniden doğdum sanki tam bir yenilenme. Şimdi bahçede aklımda canım beenmayamın güzel sözleri. Mutluyum, dürüst olduğum ve dürüst kalma zorluğuna katlandığım için mutluyum. Bunu birilerinin görüp anlamasından dolayı mutluyum. Amaaaaan gelin hepiniz gelin, yalancılar ordusu üzerime, ne sizden, ne riyakar gülüşlerden, ne kandırmaca dostluklardan, ne sinsi kıskançlıklarınızdan korkmuyorum işte. Ben hepinize rağmen dürüstüm. Ve de hep böyle kalacağım. Belki de çöplerin arasında sıkışıp kalmış bir inci tanesi gibi, sizin kokularınız bana bulaşmayacak, tıpkı yalancı dostluklarınızı reddedişim gibi onları da savacağım başımdan. Nerfet de duymayacağım onlara, sadece küçük bir merhamet hissi olacak yüreğimde, yaşadıkları yalan sevgilere karşı. Ve birazcık da olsa bir ümit: belki, belki bi gün onlar da.........
AN çok güzel. Kuşlar sohbete başladı. Bense Andayım.

29 Mayıs 2009 Cuma

ŞÜKÜR

RABBİM,
Kısa bir mektup olacak. Yapılacak çok işim var. Ama bu işlerin ne kadar önemsiz olduğunu bana gösterdiğin için Sana müteşekkirim. Onu, sevdiceğimi bana ikinci kez bağışladığın için Sana şükürler olsun. Rabbim, beni altında ezileceğim bir imtihanla imtihan etmediğin için şükürler olsun. Sana layık olabilmek için daha dikkatli olacağıma söz veriyorum. Kulum, elbet şaşıracağım, tembelleşeceğim, unutacağım. Ama biliyorum ki, affedensin, yüce merhametine sığınıyorum. Düştüğüm yerden, oyalanmadan yürümeye devam edeceğim: tabi ki hepsi Senin izninle.................Sana olan şükrümü anlatmaya yetecek bir kelime bulamıyorum; zaten aramıyorumda. Sen benim kalbimi benden iyi bilensin.

22 Mayıs 2009 Cuma

İKİ CİHAZ İKİ METOT


İnsanoğlunun elinde hayatı, kendini, insanları anlamak onlarla iletişim kurmak için iki tane cihaz var bana göre: AKIL VE YÜREK. Bu cihazların da iki tane işletim sistemi var: DÜŞÜNMEK VE HİSSETMEK. Yürekle hissedilir ve akılla düşünülür şeklinde genel bir yargı vardır. Ki doğrudur. Ancak zaman zaman kişiye ve duruma göre değişik modifikasyonlar gerekli olur. Bazen akılla sevmek gerekir. Tekrar tekrar kırıldığımızda, karşıdakinin bizi çok da umursamadığını farkettiğimizde sevmemek ya da nefret etmek iki seçenek olur genellikle. Ama ben insanların yapı itibarı ile sevgisiz olamayacağına inanırım. nefretin de en çok kendimizi acıtacağına. Öyleyse aklımızla sevmek en iyi, en optimal yaklaşım. Aklınızla severseniz, sevginin içinde kendinizi kaybetmezsiniz. Severken, olanları, hataları ve nerede durmak gereketiğini görmeye devam edebilirsiniz. Ve sonunda yüreğiniz yara almaz. Nerfret ve sevgisizlik yükünü de taşımamış olursunuz. Bazı durumlarda da yüreğimle düşünürüm. İçimdeki sert ben, çok yargılayıcıdır bazen ve hatta belki de haklıdır. Ama Yaradanın merhameti bile bu kadar büyükken, benim kendi acziyetim içinde yargılayıcı olmam affedilir gibi değil. İşte böyle zamanlarda yüreğimle düşünürüm. Bu hem karşımdakini rahatlatır hem de benim vicdanımı. Bazılarını yüreğinizle seversiniz evlat sevgisi, anne sevgisi ve yar sevgisi gibi. Öyle seversiniz ki, siz artık siz değilsinizdir. Siz sevgi olursunuz. Hiç bir karşılık beklemeden, hataları affederk seversiniz, hatta hataları görmeden. Bazı insanlara karşı da daima akıl temelinde düşünerek davranır ve yaklaşırsınız. Bu insanlar sizin ancak bahçe demirlerinize yaklaşabilecek kadar size yakın olmasına izin verdiklerinizdir. daha ötesine onları almazsınız. Tecrübeleriniz vardır onlar hakkında. Onlarla olan tüm iletişimlerinizi düşünsel temelde yaparsınız.

Burda önemli olan konu hangi cihazı hangi metotla kullanacağınızdan ziyade, hangi kombinasyonu kime kullanacağınız karar vermek. eh bu da size kalmış. tecrübeleriniz sizi doğruya ulaştıracaktır.
İşte böyle sevmediğim birşey kalmadı hayatta:)
(Canım mayama burdan öpücükler yolluyorum, bütün bunları bana düşündürttüğü için, mucccckkkk)

20 Mayıs 2009 Çarşamba

YÜREKTEN YÜREĞE



Yürek yürektekini görür.


Akıl hesapları bilir.


Yürek akla kulak vermez.


Akıl yüreği beğenmez.


Sevgi yüreğin işi


Akla yer yok sevgide.


Ben seni yüreğimle gördüm.


Yüreğimle sevdim.


Sana kızan, kırılan hep aklım oldu.


Affeden hep yüreğim.


Aklımı susturup yüreğimle anladım seni.


Gördüm ki yüreğinde yüreğim var.


Aklımı susturdum.


Aklın işi matematik.


Aşkta ise 1+1 yine 1.


Aşkta sen varsın.


Sen de yüreğim.

19 Mayıs 2009 Salı

FİKİR AVI


Bazen öyle güzel fikirler geliyor ki aklıma, inanamıyorum kendime. Aha artık aydınlandım diyorum sevinçle. Hayatım kurtuldu, bloguma yazayım da bari herkesinki kurtulsun diyorum. Oturuyorum bilgisayarın başına. Yazıcam ama fikir uçmuş, neydi ya bu fikir? Nerye gitti 60 saniyenin içinde. Hay allah sıkı sıkıda tutmuştum kuyruğundan:( Size de oluyor mu bilmem ama ben sık sık yaşıyorum bu gelme ve kaçmaları. Madem kaçacak niye geliyor anlamıyorum. Yoksa ben yanında 60 saniyeden daha fazla durulmayacak birimiyim? Oflaya puflaya düşünüyorum ama nafile seninki çoktaaan kaf dağının ötesine varmış bile. Amaaan diyorum, kendi bilir. Gelir gene, eee tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı değil mi? Ben de Mevlana edası ile " gel, yine gel, ne olursan ol gel" şeklinde hayata katılıyorum yeniden ve aydınlanmamış olarak:)

18 Mayıs 2009 Pazartesi

KENDİMİ SEVİYORUM


YAŞASINNNNNNNNN, İYİKİİİİ DOĞDUUUMMM BENNNNNNNNNNN.

KENDİMİ ÇOK SEVİYORUM, HAYATI ÇOK SEVİYORUM, BAHARI ÇOK SEVİYORUM.

HERŞEY ÇOOOK GÜZEL OLACAK. Layyy layyyy Lommmmmmm:))))) aaaa galiba kanatlarım çıkıyoooo, mutluluktan herhalde. ben nerelere uçarım şimdi bunlarla, kaf dağının taaaa ardına bile:)))

16 Mayıs 2009 Cumartesi

DAHA ÖTESİ YOK


İyi niyetle:


-Sana hediye ettiği gülleri getir hep aklına, dedi. O seni çok seviyor buna eminim.


-Biliyorum, onları unutmadım ama........


-Ama ne?


-O güller bir dostluğu başlatmak için yeterli olabilir ama devam ettirmek için yeterli olmuyor.


-............


-Onları hiç bir zaman unutacak değilim zaten. Herkesin mutlaka iyi özellikleri ve yaşanılan güzel anlar vardır. Ama bunlar bir dostluğun devamı için yeterli olmayabilir. Sadece düşman olmamızı engellerler özelliktedir. Aramızda daima bir mesafe olmalı. Sevgiyle kalabileceğimiz bir mesafe. Daha ötesi ise asla..... Ben buna "sevgi koruma alanı" diyorum. Anlamsız duygusallıklara gerek yok, kandırmacalar diyarında yaşayamayacak kadar kendimin farkındayım. Evcilk oyunu gibi ilişkiler yaşım için çok geride kaldı. Küstüysek küsmeli, kızgınsak kızmalı ve seviyorsak sevmeliyiz. Tanımlamalar çok açık. O bir demet çiçek elbette güzeldi, bana verdiği değerin bir belirtisiydi. Ancak, o kolay verilebilen bir hediye. Evet ben zor olanı istiyorum, dürüstlüğü.................İşte bu yüzden dostluk değerlidir. Zor olduğu için, fedakarlık gerektirdiği için. Tıpku pamuk kalplimle benim dostluğumda olduğu gibi. Biz her konuda aynı düşünmesek de, bazı huylarımız birbirimize yabancı ve sıkıcı gelse bile, temel değerimizi dürüstlük olduğu için, aynı yolu el ele gönül gönüle yürüyebiliyoruz.Kalın


-Belki onunla da olur?


-Olmaz, o onKalınaylanmak istiyor, konuşmak değil. Aslında o da bana çok kırgın ama ifade etmeye cesareti yok. Ne şiş yansın ne de kebap istiyor. Kırgınlığını ifade ettiğinde beki beni kaybetmekten, belki de benden duyacaklarından korkuyor. Ben böylesine bildiğim halde bilmemezlikten geldiğim, maskeli ilişkileri yürütemem. Dostluk güzelliktir, bir yük değil. Onunla olan ilişkimiz ise aklıma ve yüreğime bir yük.


-Seni kaybetmekten korkması, seni sevdiğinin bir belirtisi değil mi?


-Hayır, değil. Korktuğu şey beni kaybetmek değil temelinde kendi ile tanışmaktan korkuyor.


-Anlıyorum.


-Dostlarınla da zaman zaman tartışabilirsin ve anlaşamayabilirsin. Dostluk her konuda aynı fikirde olmak değildir. Birbirini anlayabilmek ve kendini dürüstçe ifade edebilmektir. Tercihlerimizi yapabilecek yaşlardayız. Ne istediğimizi, neyi istemediğimizi biliyor olmalıyız artık. Eğer dostluk adına temel beklentimiz karşılanıyorsa, fedakar olabilmeliyiz diğerleri için. Fedakarlıkla taviz vermeyi ayırt edebilmeliyiz. fedakarlıkda insan verdiği şey için pişmanlık duymaz ve gizliden gizliye onu karşısındakine kullanmaz. Herşeyden önce kendini bilmek gelir. Kendini bilen insanlar herşeyin iyisi olurlar. İyi anne, iyi arkadaş, iyi doktor, iyi çocuk..........


-Bakalım zaman ne gösterecek.


-Hiç bir beklentim yok. Gülümsedi.

15 Mayıs 2009 Cuma

DERDİNİZ ŞARKÜTERİ OLSUN




Allahım dün geceden beri düşünmekteyim: hani peynir, zeytin, salam pastırma nevii, kahvaltılıkların satıldığı dükkanın adı neydi. Nerden mi geldi aklıma. Aydan Atlayan Kedinin peynir adlı yazısını okudum. Yorum yazacağım......Bu kelimeyi hatırlamam lazım. Ama yok. Yav züccaciye miydi? yok orda cam eşya satılırdı. O zamaaaan, mensucat mıydı? yok, peki mensucat neydi? ne billiim işte aklıma geliverdi. Şimdi bi de onu düşünmeyeyim. hatırlatiiim, bi de bu arada gecenin birinde oluyor tüm bunlar. Bir yandan zavallı uyuz cadımın sağ gözünün tık tıklarına çare düşünüyorum, diğer yandan şu kahvaltılıkların satıldığı dükkanın adını. Mefruşat mıydı? değildi, mefruşat, perde falan gibi şeylerin satıldığı yerdi. Öfffff, google a mı yazsam: sevgili google şeysi, hani, şu pastırma, salam, peynir gibi kahvaltılıkların satıldığı dükkanın adı neydi? Yav gecenin bi vakti, konu tam bir lay lay lom. Korktum valla bilgisayardan bi el çıkar, sıkı bir tokat aşk eder suratıma diye:). Neyse sabahı sabah ettim işe gelir gelmez sordum: yav hani şu peynir, zeytin, pastırma gibi kahvaltılıkların satıldığı dükkanlara ne denirdi? gayet umursamaz ve hiç düşünmeden verilen bir cevap, google ın tokadı gibi: şarküteriiiiiii. hay senin gibi şarküteriye:). Ama bi rahatladım, bi rahatladım ki sormayın. Saatlerce tuvaletini tutmuş birinin tuvalet bulması gibiydi:).
Yav derdin neydi bu şarküteriyle demeyin. Ne güzel yorum yazacaktım kedime. Hani girersiniz o şarküteriye, miss gibi kokar. Allahım envai çeşit peynir, yeşili, siyahı, tuzlusu, tuzsuzu zeytinler, kangal kangal sucuklar, sıra sıra sosisler, kaymaklar, tereyağları, ballarrrrr. En güzeli de misss gibi, yumuşacık pastırmalar. Yanında da fırından yeni çıkmış, sıcacık, yumuşacık ekmek. Allahhhhh kimse tutmasın beni. İşte bütün derdim buydu dostlar. Umarım hepimizin tek derdi bu olur. Gecenin bir vakti, kediciğe yorum yazılacaktır, kelime hatırlanmaz, öğrenilir ki şarküteridir. Derdiniz şarküteri olsun dostlarım, gönlünüz şen.
Guguk Kuşunuz.

14 Mayıs 2009 Perşembe

PENCERELER


Onlar suçlu, sen suçlusun, o suçlu
Bu işler hep böyle, hayat böyle, kader böyle
Belki değişir insanlar, belki değişir hayat, neden olmasın?
Diyelim ki o değişti, onlar değişti sanıyormusunki herşey farklı olacak?
Olmayacak,
Çünkü sen aynısın,
Aynı yerden bakıyorsun, aynı yöne bakıyorsun, aynı patikadan düşünüyorsun
Oysa sen değişsen, herşey değişecek
Başka pencereleri göreceksin
Başka pencerelerden başka yerleri, başka yönleri göreceksin
İçinde bir cereyan varsa, esip duran
Dışarıdaki pencereleri kapatarak o cereyanı kesemezsin
Gücün yetmez, evrenin pencerelerini kapatmaya
Tükenirsin
Ama içindeki pencereyi kapatınca cereyan kesilir
Herşey durulur
Sakinleşirsin
Peki kolay mı?
Hayır
Ama değer:)




13 Mayıs 2009 Çarşamba

GÜNÜN İNCİSİ


"Her düşündüğünüzde, zihinde bir patika oluşturursunuz. Yanlış bir şekilde düşünürseniz, yanlış bir patika oluşturursunuz. Ve zihin, tamamen yanlış bir şekilde birleştirilmiş hassas bir elektrikli makina haline gelir".
Maurice Nicoll
"Ve fikirler, yargılar, bilgiler açılmış olan bu patikadan yürümeyi alışkanlık haline getirirler. Artık hep bu yolu kullanırlar. Dolayısyla varacakları yer de hep aynı ve yanlış olacaktır".
Guguk