
26 Şubat 2009 Perşembe
GECENİN BU SAATİNDE

HOŞGELDİN DOSTUMMMMM

25 Şubat 2009 Çarşamba
CHE

Sadece sohbet etmektir amacınız ya da biraz dertleşip rahatlamak, belki de küçük bir espriyi paylaşmak. Bir süre sonra kendinizi karşıdakine hesap verirken bulursunuz. Ama, yooo aslında, ben..... diye başlayan cümlelerinizin çoğunu tamamlayamazsınız bile boğazınıza tıkılır cümleler. Sanki o hakim siz mahkum.....yargılanır, yargılanır, yargılanırsınız. Ne demek istediğiniz bir türlü anlaşılmaz. Hüküm bellidir: SUÇLUSUNUZ! Kalem kırılır, boyun bükülür. Avukat bile istemezsiniz, yorulmuşsunuzdur, kafanız şimiş ve karışmış olarak, sırtınızı döner gidersiniz. Bir türlü anlamadan nasıl buraya geldik şimdiyi. Niye hesap verdiğinizi bile anlayamamışsınızdır. Ama bazı insanlar vardır, 2 dakikalık beraberliğinizde durumu hemen hakim&mahkum sahnesine getirir. Bay/Bayan bilir, anlatır, söyler, önerir, tabiki bu onun en doğal hakkıdır; çünkü o BİLİR. Ona vahiy gelmiştir bir yerlerden doğruların en doğrusunu bilir. Ve en doğal hakkıdır, sizi bilgilendirmek, yargılamak ve gereken cezanızı vermek. Tanrı görevlendirmiştir onu bu kutsal görevle, aksatmadan yapar görevini. suçunuz "yeşil kağıt" olmaktır, onca beyaz kağıt arasında. Neyine ki senin yeşil olmak, bak etraftaki bütün kağıtlar beyaz. Sen mi akıllısın bi tek, kral ve kraliçelerin aklına gelmememiştir de senin gibi bi marabanın mı aklına gelmiştir yeşil olmak. Niye olagelen düzeni bozuyorsun? Niye yeşil olup onların beyazlığını daha bi vurguluyorsun, sen terörist misin????? Büzüşüp kalırsın, ard arda açıklamalar yaprken bulursun kendini. Mahkeme kurulmuş bi kere, yargılanacaksın, kalem kırılacak, asılacaksın.........Ya da onlar gibi olacaksın.
23 Şubat 2009 Pazartesi
BEN EN SON NE ZAMAN MUTLU OLDUM?

Mutluluğu bir renk olarak düşünmeye çalıştım. Yeşile boyadım mutluluğu. Yaşadığım olayları renklendirdim, çıkamadım işin içinden. Kimi sarımsı yeşil, kimi mavimtrak, kimsi hepten mordu. Güldüğüm, gülümsediğim anları düşündüm. Ben hiç kahkahayla gülmemki, gülümsemelerimi de hatırlayamadım. Bilindik yöntemi denedim. Üniversiteyi kazandığım an: ııhh, hatta mutsuz bile olmuştum. Peki bitirdiğim an: yok yaa, çok yorgun ve bezgindim fakülteyi bitirdiğimde. ben fakülteyi değil, fakülte beni bitirmişti aslında. Evlendiğim an: elbette sevinmiştim ama o kadar zamandır tanıyordum ki Onu, hep benim olduğuna inanmıştım zaten. Çocukların doğumu: ağrılarımı saymazsak elbette mutluydum ama bir o kadar tedirgin. Bu yöntemlede olmadı yani.
Hay allah ben mutlu olmayı bilmeyen, huysuz, geçimsiz birimiydim özetle karamsar. Ama ben kendimi iyimser, ümitkar biri olarak tanırdım. O zaman aman allahım ben hiç mutlu olamamışmıydım, hayatım öylesine mi geçmişti? Ben acıların çocuğumuydum? Küçük emrah bari artiz olup para kazanmıştı. Biz de elde var sıfır durumu. Öleyim daha iyi dedim bunun üzerine sen çek çek dünyanın yükünü ve hiç mutlu olma. Revamıydı bu bana?
Neydi ki bu mutluluk, ne mene bir histi? İçin pır pır mı ederdi, kalbin güm güm mü atardı, ayakların yerden mi kesilirdi,,,,,Hani milli piyangodan 50 milyar çıkar onun gibi bişey miydi? hani doçent olursun, oh beee kurtuldum dersin, hani cillop gibi bir Q7 alırsın, fiyakalı fiyakalı binersin....Ufff neydi ya bu mutluluk!
Birgün düşünürken buldum mutluluğun ne olduğunu, daha doğrusu benim için ne anlama geldiğini. Tam o anda mutlu olmuştum ve bunun farkına varmıştım. Çay bahçesinde "mavi tüy"ü okuyordum, kitap çok güzeldi ve nerdeyse bitirmek üzereydim, hava çok güzeldi, adam çayı iyi demlemişti, kuşlar yaz şarkısını söylüyordu. İçim bir huzurla doldu. Yaaa herşey çok güzeldi ve hep güzel olacaktı. Bunu farkettim işte. Sonra geçenlerde mor menekşem patır patır çiçek açtı, inanılmaz güzeldi, büyüledi beni, her gün sevdim onu, açışlarına baktım, mucize gibiydi. benim için açmıştı, onu seviyordum. Tatilde prenseslerle beraber oturup goblen işleyip, kitap okumuştuk, fadimoşla ne güzel sohbet etmiştik. Kendime çok güzel yazan iki kalem ve bir defter almıştım bi gün, koşa koşa odama gelip, denemek istemiştim kalemlerimi. Hadi yaaaaa. anlamıştım galiba. Lan ben hep mutluydum zaten. Küçücük şeylerdi beni mutlu eden. Kalemler, kitaplar, bir teşekkür, bir takdir, bir puzzle ı bitirmek di hepsi. Bloguma playlistimi ekleyebildiğim gün koşa koşa iki arkadaşıma bunu haber vermiştim (epeydir uğraşıyordum da). Bloğa ilk yazıyı yazıp, tıklayınca onu karşımda görüvermem benim mutluluklarımdı. Heyyooo..... (kendimi doğru tanımış olmanın sesi bu) . ne güzel ömrümün geri kalan günlerini kendimi karamsar bir lanet olarak düşünerek geçirmeyecektim. Ennnnn olanını düşündüm sonra, en en mutlu olduğum anı ya da anları ve bu kriterler eşliğinde buldum: çocukken evcilik oynadığım anlardı ve ben çoğunlukla tek oynardım (kardeşin olmayınca). Bu dünyadan tamamen kopardım, önce oyunu kafamda canlandırırdım, sonra oyunu kuarar başlardım oynamaya. Tahta bir masa vardı altına girerdim ve masanın üstünü battaniye ile örterdim. Oynardım, oynardım.........Oyun bittiğinde çok mutlu olurdum, oynarken çok mutlu olurdum. O anda olurdum, oyun oynarken, başka şeyler yoktu aklımda. Okul yoktu, babam yoktu, kırmızı ayakkabı yoktu. Ben vardım, benim kurallarımla oluşturduğum bir oyun vardı, yargılar, tenkitler yoktu.
Hayatı da böyle bir oyun gibi oynamayı öğrenmeye çalışıyorum artık. Ve biliyorum ki mutluluk gelen ve giden bir durum değil. Zaten ya var ya da yok. Mutluysanız, mutlu bir insansanız bir takım sıkıntılar o an sizi sallıyor ama yıkılmıyorsunuz. zaten mutsuz bir insansanız evler, arabalar (Q7 ler), başarılar sizi mutlu etmiyor sadece geçici hazlar veriyor, egonuzu daha bir şişiriyor. yeni beklentilerin peşinde sürükleniyorsunuz. Oysa o gün uyandığınızda hava güneşliyse, camı açıpta şöyle misss gibi havayı soluyorsanız, sabah taze demlenmiş çayınız siz istemeden gelmişse, hastanızın biri size dua etmişse, hatta beddua etmişse bile mutlusunuzdur. Hadi be amcam öyle olsun, aşkolsun der güler geçersiniz. Hava yağmurluysa yağmuru dinlersiniz, toprağı koklarsınız, yine sıcacık çay, yağmurda kitap okumak. Kar yağsın, sabah kalkıp hiç basılmamış kara basmak, karda Canla beraber koşmak......saymakla bitiremem.
Anladımki beni mutlu eden küçük şeyler, beni bana anlatan şeyler, kendimce şeyler. Yıllar sonra gelen bir itiraf: sen olmasan diye başlayan. İnanamazsın cümleye, ne çok da beklemişsindir duymayı hatta ümidi kesmişsindir bile. Gözlerin dolar. "Sen çok güçlüsün..."ile başlayan cümle yüreğini eritir. Kendin bile inanmışken güçsüz olduğuna artık.
Çok şanslıyım çooook, Tanrım bana böyle bir ruhu emanet ettiğin için. Sana söz veriyorum bu naif ruuhumu zedelemeden, pırıl pırıl, "bayan doktordan" ama çok kullanılmış olarak teslim edeceğim geri. Gülerek geleceğim sana, huzurla, bir sonbahar günü, akşam üstü olacak zamandan. Uyur gibi geleceğim kollarına korkmadan.
Postu "into the wild, Pearl Jam" ile birlikte okursanız daha güzel oluyor, tecribeyle sabittir.
Gelin bu da bir mim olsun: En mutlu olduğunuz an neydi?
Öykü ve Sufi Saja'nın mutlulukları neymiş bakalım. Şimdiden ellerine sağlık.
21 Şubat 2009 Cumartesi
BEN MİNİMİNNACIK ÇOCUKKEN

20 Şubat 2009 Cuma
NEDEN? NEDEN? NEDEN?

19 Şubat 2009 Perşembe
AHLAKSIZ SÜMBÜL HIRSIZI

Bu gün kafam karıştı. Kızmalımıyım, üzülmelimiyim, sevinmelimiyim, kınamalımıyım, uyarmalımıyım...............
Öğlenleri yemek yediğimiz restoranda çalışan garson bana hediye olarak bir saksıda beyaz bir sümbül getirdi. Konu işte bundan ibaret. Çiçeği getirdiğinde yanında birbirinden tatlı çocukları da vardı. Bir takım işlerinde yardımcı olmuştum kendisine. O da teşekkür etmek istedi sanırım. Tabiki sevindim. Çünkü yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan bir çiçek bana verilebilecek en güzel hediyelerden biridir. Çiçekleri ve onlara bakmayı, onlarla ilgilenmeyi çok severim.
Zaten dün öğlen yemeğinde o restoranda her masada vardı bu sümbüllerden. Çok hoşuma gitmişlerdi ve keşke ben de bitane alıp dikseymişim diye hayıflanmıştım. (Uff ya keşke daha büyük şeyler isteseymişim, hep böyle oluyo ama haksızlık bu, kitap, çiçek, kalem, defter, piknik masası gibi isteklerim tepeden inip beni buluyo ama, şöyle Q7, ne biliiim 50 milyar gibiler hep karavana, dur ya yarın da bunu yazayım ben). Bana önce yardımlarım için teşekkür etti sonra torbadan bu sümbülü çıkarttı. Ben de ona çok teşekkür ettim, çiçekleri çok sevdiğimi, dün restoranda bunları görüp çok beğendiğimi, keşke bi tane de benim olsa dediğimi ekledim. sanırım o da mutlu oldu ve gittti. Asıl mesele bundan sonra benim bi başımayken düşündüklerim. Daha doğrusu senaryodan ibaret kuruntularım. "yav bu adam bu sümbülü çaldı mı acaba restorandan?", "ayyy eğer çaldıysa, alıp torbaya koyarken ne zor olmuştur", "yaa şuna bak, hırsız mı bu şimdi?", "acaba almamalımıydım?", "dün bunları orda gördüğümü de söyledim, ayıp mı oldu acaba?" "belki de çiçeği alırken haber vermiştir canım", "izinsiz aldıysa, onu kibarca uyarıp, böyle şeyler yapmaması konusunda ona kibar bir vaaz mı verseydim acaba?".........gibi bir sürü düşünceyle doldu kafam. Sonra düşündüm, düşündüüüüüm, düşşşüüünnddüümm.....Çiçeği aldığımda mutlu olmuşmuydum ilk anda: evet. ben mutlu olup teşekkür edince o mutlu olmuşmuydu?: evet. Diyelim ki ahlaksızca, beni mutlu etmek ve müteşekkir olduğunu göstermek için sümbül hırsızlığı yapmıştı....Komik geldi bana bu cümle. Ahlaksız, hırsız, sümbül ve mutluluk kelimeleri bir araya gelince pek bi saçma oldu nedense. Zaten google da arattım hırsız ve sümbül kelimelerini, hani şöyle gündeme uygun afilli bi resim koyayım diye, bişey çıkmadı. Eğer çaldıysan dedim, helal olsun sana, birine teşekkür edebilmek ve belki de o kişiyi mutlu etmek için sümbül saksısını gizlice almak hırsızlık mıydı acaba? eh öyleyse ben bu hırsızlığı çok sevdim. Belkide zaten düşündüklerimin hepsi çok saçma ve fesatçaydı. garip teoriler üretmekte üstüme yoktur zaten. Hımmmm sümbül de çok güzel kokuyor. Keşke dün ben de pembe olanını gizlice alsaymışım, yan yana iyi dururlardı. Di mi?
18 Şubat 2009 Çarşamba
SARI PAPATYAM

"Anne bunlar bizim bahçenin köşede öylece çıkıvermiş, ne güzel bak zedelemeden kökünden çıkardım, saksılara dikelim, ne güzel dimiiii"
"Tabii kızım çıkarlar, çünkü geçen sene hüseyin amcanlar (karşı komşu) dikmişti o laleleri"
Bizimkinin yanakları kıpkırmızı oluyor.
"yaaaaaa"
Bi yandan da kızacağımdan korkuyor, daha beteri geri gönderip onları yerine diktireceğimden. Gülüyorum:
"tamam annecim, koy onları dikelim saksılara ama diğerlerini de toplama olur mu?" gülerekten.
Öyle utanıyor ki sarı papatyam. sarılıp seviyorum.
"canım annem benim, tatlışım, sen onları öylece pırtlayıvermiş mi sandın bakiiiim, gucu gucu gucu, bi de anne anneeee baaaaak mı dedin sen".
Sonra eşime diyorum ki "bu sene bahçemize biraz daha çiçek ekelim, papatyam çiçekleri seviyor, ben de yazın çiçekli bahçemde oturur ders çalışırım" Bi yandan da içimden:
"Bizim delilşmen sarı papatya da elalemin çiçeklerine musallat olmaz" diyorum.
Çooooook seviyorum sarı papatyamla mor menekşemi. İkisi de öyle yumuşak, öyle iyi kalpli ve öyle dürüstlerki. Canlarım benim. Çok şanslıyım çoooook, sizin gibi iki narin çiçeğin annesi olduğum için. Bi de birbirleri ile dırıldaşmasalar, süper olacak.
Aklıma çocukluk günlerimi getirdi papatyam. Ankarada otururken, evimizin karşısında bi park vardı. Ben küçükken, babaannecim, halacım ve ben oraya gider otururduk. Onların oturup konuşmaya daldıklarından emin olduktan sonra, gizlice benim çam ağacının altına seyirtirdim. Hemen altına eğilir, çimlerin arasını kurcalamaya başlardı. Bi yandan da sağı solu kontrol ederdim, beni gören var mı diye. Ve o da neeee, yaşasııın, yine çıkmış benim rengarenk çiçeklerim. O anki büyüyü size anlatamam, heyecanla dolardı yüreğim, heyyoooo, benim çiçekler yine çıkmışşşşşş. (Bana göre o çiçekler benim için çıkıyordu). Öyle herzaman bakmazdım, zaman tanırdım büyülü çiçeklerime. Bugün gibi heyecanı yüreğimde, çiçeklerin renkleri gözümüm önünde. Hemen onları koparırdım. Eve gidip suya koyardım. Hatta o çiçeklerin elimde olduğu, saçlarım yandan 2 kulak gibi bağlanmış, kırıtık bir resmimde var:) Eh serde boğalık var, ille koparırdım çiçekleri "benim" olacak ya.
İşteeeeee, o gün bugündür, hayatımı mucize gibi yaşadım. Önüme çıkan basit güzellikleri bana sunulmuş bi lütuf olarak gördüm. Beklemeyi bildim. Aferin bana. Di mi????
17 Şubat 2009 Salı
ŞÜKÜR

Baktımda bi şöyle, hep gıcık olduğum şeyleri yazıyorum. Amma dolmuşum ha! Etrafta öyle çok haşerat var ki yaz yaz bitmez. Sağ olsunlar; onlar da olmasa bloga malzeme çıkmayacak. Hadi ya, yine gıcık gıcık yazmaya başladım. Dün mesai çıkışı, içimden söylene söylene gidiyorum, kızmışım bişeylere. Tam o sırada biri indi merdivenlerden, çok zorlanarak. Önümden geçerken baktım, özründen dolayı o kadar zor yürüyor ki. İkinci adımı atabilmesi için ellerinden yardım alması gerekiyor ve iki adımı arasında sayı sayılabilecek kadar zaman geçiyor. Kapıyı açıp, dışarı çıkacağında telaşlandım. Hem kapıyı açıp, tutup bi de çıkabilecek miydi acaba? Yardım gereksinimi olur diye bekledim, ama hemen de atlamak istemedim. Belki gücenebilirdi, kapıyı tutmama. Ben bunları düşünürken hızla bir çocuk koştu adama doğru: babaa, baba diyerekten. Ve benim yapmayı planladığım yardımı yaptı babasına. Seslenirken öylesine bir tedirgindi ki, sanki baba oydu, baba çocuk. Duygulandım, küçücük yüreğinde taşıdığı sorumluluktan dolayı saygı duydum çocuğa. Yoluma devam ederken tökezleyerek yürüyen bir kadın da onlara yetişmeye çalıştı. Çocuk "anne burdayız" deyince şok oldum. Yok artık, anne de mi özürlü, nasıl bir aile bu? diye aklımdan geçirirken, şanslı çocuk, sen bari sağlamsın diyerek sevindim. Allahım, ne büyük cesaretti, 2 özürlü insanın çocuk sahibi olma kararı vermesi. Ya o da böyle olursa diye düşünmüşler miydi acaba? Ya da sağlam olursa bize bakar mı demişlerdi? Tevekkül dedikleri bu muydu? Yoksa cahillik mi demeliydik? Ne geniş bir ranj: tevekkül-cahillik, aralarında uçurumlar var sanki. Bilmem siz ne düşünürsünüz ama ben onları çok mutlu gördüm. Belki benim o anki halimden bile daha mutluydular. Gocunur gibi bir halleri hiç yoktu. Benim hayattaki ana kriterim mutluluktur. Öyleyse bu tevekküldü. Bütün bunlar 1 dakikadan daha kısa bir sürede oldu. Acaba dedim sadece benim kendime gelmem, hayatımdaki güzellikleri görmem için miydi bu senaryo? Belki de bütün bu olanların nedeni sadece buydu? O zaman bütün bunlar boşa çekilmesin, şükredeyim bari dedim. Güler yüzlü bir şekilde eve doğru seyirttim. Giderken:
Tanrım, verdiğin ve vermediğin herşey için şükürler olsun demeyi de unutmadım
15 Şubat 2009 Pazar
GÖZLERİM DOLDU

Sizi en çok mutlu eden hediyeler nedir diye bir soru sorsalar, sayacaklarımın içinde kesinlikle bu ödül de olur. Teşekkür ederim Yabani Kuzu. Diyecek birşey bulamıyorum. Daha blog hayatımın başlangıcında, acemice ama çok severek yaptığım bu blogun sevilmesi beni çok mutlu etti. Beklentisiz başlanan ve yapılan şeylerin takdir görürdüğü doğruymuş demek ki. Blogumu neden sevdiğini de bilmeyi çok isterdim. Bugün öyle iyi geldi ki bu hediye sizlere anlatamam. Yoluma devam etmem gerektiğinin bir işareti gibi sanki. Hadi bakalım işe koyulalım. kesinlikle beğenerek takip ettiğim daha fazla blog var ama seçmek durumundayım:
- Siminya adlı bloguyla, Siminya: Siminya (inanamıyorum Siminya'cık belki de bu ödüle sahip olmamın tek nedeni sensin. Daha bugün sana yazdığım yorumumda ilk ödülümü sana vereceğimi yazmıştım, akabinde bu oldu)
- Bi Gün adlı bloguyla, Sherlotte Holmes: sherlotte holmes
- İnandığım Masallar adlı bloguyla, Haşim: Haşim Arıkan
- Uyuz Cadı adlı bloguyla, Uyuz Cadı: uyuz cadı
- Göründüğümden Daha Fazlasıyım adlı bloguyla, Çiğdem: Cheetos
- Chu-chu Sensei adlı bloguyla, srqluciddreaming
- Hayattan Masallardan Biraz adlı bloguyla, Alper: Biraz
İşte böyle, gerçekten bu blogları seviyoruuuuummmm.
10 Şubat 2009 Salı
BİRİ ŞU DÜĞMEYE BASSIN!

Etrafıma baktığımda, herkes bir koşuşturma içinde. Hayat sanki hızlı çekim. İçimden, bir buton olsa diyorum; bassam; bir anlığına her şeyi durdurabilsem. Herşeyi yakından izlesem: Dondurma yiyen çocuğun yüzündeki hazzı, yan yana gezen iki sevgilinin birbirine kenetlenmiş ellerini, para üstü veren simitçinin yüzündeki hayat kaygısını, sabah eşiyle kavga edip evden çıkmış kadının yüreğindeki kırgınlığı seyretsem dakikalarca......Koşuşturma durduğuna ne kadar da bambaşka oluyor hayat. Anlık duygular kalıyor geriye sadece. Bu durma esnasında, insanlar dinlense, ben dinlensem. Onlar böyle donup kalmışken, koşuştursam aralarında, çocuğun elinden dondurmasını alıp yalasam ve geri eline tutuştursam, yüzü asık olan kadının dudaklarının kenarlarını yukarı doğru çekip, yüzüne gülümser bir hava versem, simitçinin eline bi 50 Lira tutuştursam, sevgililerin eline bir papatya versem........Bi banka oturup sıkılana kadar seyretsem, seytersem..........Düğmeye yeniden bassam, herkes kendine gelse. Çocuk dondurmasını yalamaya devam etse, sevgililer papatyayı koklasa, simitçi mutlulukla elliliği cebine koysa, kadın içindeki sıkıntının nasıl olup da geçtiğini düşünse.....
5 Şubat 2009 Perşembe
